Jess Ackerman’ın ‘Lurker’dan Aşk Notları’ Sergisinde Geceye Bir Bakış
CHEFAS PROJECTS‘in kapısından içeri adım attığımda, beni gündüzün aydınlığından koparıp doğrudan gece yarısı bir bahçenin mahremiyetine taşıyan bir atmosferle karşılaştım. Jess Ackerman’ın “Lurker’dan Aşk Notları” adını verdiği yeni sergisi, tam da adının vadettiği gibi, gölgelerin arasından fısıldanan samimi ve bir o kadar da gizemli bir deneyim sunuyor.
Tuvalle ilk göz göze geldiğimde, Ackerman’ın alıştığımız vinyet tarzı kompozisyonlarını bu kez ne kadar cesur ve koyu bir paletle yeniden yorumladığını fark ettim. Gece mavileri, derin siyahlar ve toprak tonları, sanki bir yorganın desenleri gibi iç içe geçerek tanıdık ama bir o kadar da esrarengiz bir dünya yaratmış. Bu karanlığın içinden fışkıran uzun, narin yapraklı bitkiler ve onlara hayat veren yıldız ışığı benzeri parıltılar, izleyiciyi adeta bir sırra ortak ediyor. Sergide gezinirken, kendimi gecenin bir vaktinde komşu bahçeleri izleyen, görünmez bir gözlemci gibi hissettim. Sanatçının “Diğer hayatlarda kendimi gözlemci gibi hissettim,” sözü, bu eserlerin karşısında adeta somutlaşıyor. Bu, röntgencilikten ziyade, başkalarının dünyasına duyulan derin bir merak ve meditatif bir gözlem hali.
Sergide beni en çok etkileyen unsurlardan biri, tekrar eden “yabani ot” motifleri oldu. İlk bakışta rahatsız edici olabilecek bu imge, Ackerman’ın yaklaşımıyla bambaşka bir anlam kazanıyor. Uzun bir kışın ardından topraktan fışkıran bu inatçı bitkiler, hayatın kontrol edilemez, karmaşık ve bir o kadar da dayanıklı doğasını hatırlatıyor. Sanatçının, biyoçeşitlilik için yabani otların hayati önemine yaptığı vurgu, serginin felsefi derinliğini ortaya koyuyor. Karanlığın içinde çalışmanın veya onunla yüzleşmenin, kişisel huzur için ne kadar besleyici olabileceğini bu eserler aracılığıyla derinden hissettim.
“Lurker’dan Aşk Notları,” sadece bakılan değil, aynı zamanda hissedilen bir sergi. Gözlerimi kapattığımda bile aklımda kalan, gölgelerin arasından sızan o kırılgan ışık ve yabani otların sessiz direnişi oldu. Jess Ackerman, bizi kendi içimizdeki ve çevremizdeki o “karanlık” ama hayat dolu alanları yeniden keşfetmeye davet ediyor. Sergiden ayrılırken, en beklenmedik, en gölgede kalmış yerlerde bile bir güzellik ve bir “aşk notu” bulabileceğimize dair umutla dolmuştum. Bu, uzun süre hafızamdan silinmeyecek, düşündürücü ve bir o kadar da huzur verici bir deneyimdi.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak