New York’un sanatsal geçmişinde, grafitinin ilk yılları hep büyüleyici bir ışıltıyla parıldar. O dönem, adeta bir roman sahnesi gibi romantik bir şekilde kutlanır, sinematik bir cazibe kazanır. O günleri yaşayamayan bizler için o atmosferi hayal etmek zordur, değil mi? İşte tam da bu yüzden, White Columns’da yer alan “Gordon Matta-Clark: NYC Graffiti 1972/3” sergisi, bittiği için bile içimizde tarifsiz bir anı bırakan, mutlaka görülmesi gereken bir etkinlikti. 17 Mayıs’a kadar (91 Horatio Street, West Village, Manhattan) devam eden bu sergi, sanat tarihinin bu eşsiz kesişim noktasını Roger Gastman ve Jessamyn Fiore’nin küratörlüğünde ustaca gün yüzüne çıkardı.
1972’den itibaren Gordon Matta-Clark, şehrin grafiti sanatçılarının ve eserlerinin binlerce fotoğrafını çekmiş. Sergide, grafitinin sıradan bir eğlenceden nasıl gerçek bir sanat eserine, bir arşiv öğesine ve Matta-Clark’ın fotoğraflarıyla dolu önemli bir döneme dönüştüğünü birebir deneyimledik. O yıllarda Matta-Clark, New York’un sanat sahnesinde zaten tanınan bir isimdi; avangart sanat pratiğiyle birlikte, White Columns (daha sonra 112 Greene Street olarak bilinecek) alternatif bir sanat alanı ve efsanevi sanatçı tarafından işletilen restoran Food’u kurmuştu. İşte burada, el yapımı grafiti sanatının jelatin gümüş baskıları, imgeleri yeniden tanımlayarak kurumsal sanatı şekillendiriyordu.
White Columns, konuyu derinlemesine incelemek için yeterince özgün bir his veriyordu, bir varlık duygusu taşıyordu. Sergi, anlatımın didaktik boyutundan uzaklaşmıyor, aynı zamanda Matta-Clark’ın bu tarihteki rolünü abartmadan sunuyordu. Fotoğraflar, belirli bir tarihsel kaydı sanat eserlerinden daha önemli kılıyordu. Grafiti sanatçılarını öne çıkarmak ve onların çalışmaları üzerinde bir seçim yapmak arasındaki o ince çizgide ustaca yürüyorlardı. Açıklamalar, grafiti ile kavramsal sanat arasındaki ittifakı vurgulasa da, sergide en fazla hissettiğimiz şey, grafiti sanatının dinamik enerjisi ve yaratıcılığıydı. Daha az bilinen sanatçılar bile odanın duvarlarını parlak renklerle dolduruyordu. Örneğin, Futura 2000’in henüz 18 yaşındayken yaptığı bir çalışma, buz mavisi tonlardaki etiket denemeleriyle genç yaştaki yeteneğin parıltısını gözler önüne seriyordu.
Sergi, grafitinin bir sanat biçimi olarak gelişimine katkıda bulunan, ancak sanat dünyasının figürleri haline gelememiş sanatçılara dair arka plan bilgileri sunuyordu. Özellikle dikkat çekici bir eser, SKJ 171 (1973) tarafından oluşturulan deneysel bir işaret içeriyordu; metin, onun Birleşik Graffiti Sanatçıları (UGA) üyesi olduğunu belirtiyor ve sanat eserlerini erken dönemde belgelediğini açıklıyordu. Topcat 126’nın 1971’de Philadelphia’dan Manhattan’a taşınan yazma tarzı hakkında bilgi edinirken, “Broadway zarif” çalışmasını tanıdık. 1973 çiziminin altında yer alan kalın yakut kırmızı harfler, gerçekten göz alıcıydı.
Vitrinlerde sergilenen eskiz defteri sayfaları, sprey boyalar ve diğer kişisel öğeler, bizlere sanatçıların dünyasına daha samimi bir bakış sundu. Bu çizimler, eskizler ve resimler, bizi adeta o döneme ışınladı, sanki biz de oradaymışız gibi hissettirdi. Gordon Matta-Clark’ın “Graffiti Truck” (1973) belgeleri ise, bir sanat eserinin nasıl bir zaman kapsülü olabileceğini gösteriyordu.
Sergi, grafiti sanatının o dinamik yapısına odaklanarak, geçmişteki dönemi etkili bir biçimde tekrar gün yüzüne çıkardı. White Columns’daki bu ziyaret, grafitinin sadece bir duvar süsü değil, aynı zamanda derin bir sanatsal ifade ve toplumsal bir arşiv olabileceğini bir kez daha kanıtladı. Böyle bir deneyimi yaşamış olmak, gerçekten de hafızamızda yer eden, ilham verici bir anı olarak kaldı.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak