Akıştasın: “DÜNYA HER YERDEYSE, SINIR YOKTUR”: HIRSCHFELDS GO TO İZMİR

Yükleniyor...
svg

“DÜNYA HER YERDEYSE, SINIR YOKTUR”: HIRSCHFELDS GO TO İZMİR

Aralık 14, 20248 dk okuma süresi

Komşu, haberi sana okumamı ister misin?

12. İzmir Tiyatro Festivali kapsamında 8 Aralık Pazar günü Walktanz Theather, “Hirschfelds Go to İzmir”i İzmir Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi’nde sahneledi.

Salona girildiğinde sahnede bir masa, iki sandalye, yerde kumaş parçaları ve tam karşımızda dev bir perde ile karşılaşıyoruz. Oyunculardan biri sahnede, diğeri ise yerde. Ve oyun açılışı video mapping ile gerçekleşiyor. Suriye’den Türkiye’ye ve Türkiye’den Avusturya’ya göç eden gençlerle yapılan mini röportajlar izlediğimiz oyun; belgesel tiyatro adımları ile seyircisine açılıyor. 

Aksel Bonfil’in yazdığı metni, Brigitte Walk yönetiyor. Özge Dayan-Mair ve Suat Ünaldı ise, göç ana temalı oyunun kendi hayatlarında da göç etmiş gerçek kişileri olarak aktörlük yapıyorlar. 

Bonfil, metni göç ana temasında işlerken; 1800’lerden bir ve günümüzden bir çiftin umutlarını ve hayal kırıklıklarını merkeze alarak; göçe bağlı diğer temaları da “akışkan” bir şekilde işliyor. 1846’da Avusturya’nın ufak bir kasabasında, ilk bebeklerini kaybeden çift; Hermann’ın kardeşi Otto’nun İzmir çağrısı ile İzmir’e göç ediyor. Tabii uzun bir yolculuk ardından… Oyuncular sahnede göçü hızlı hızlı canlandırırken ayakları altında kırık camlar misali duran aksesuarlar ve videoda izlediğimiz kırılan camlar da bize şunu hatırlatıyor: umutla dolu yolculuklarda  dahi, hiçbir zaman kendin ve kendi hayatın aynı/eskisi gibi kalamaz.

Bir şeyler geri dönülemez halde kırılır ve yolculuk o anda anlam kazanır… İzmir’e gelen bu tekstilci aile ile dönemin İzmir Yahudi cemiyeti popülasyonu hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Bununla birlikte “dışarlıklı olmak” konusundaki zorbalık ve yabancılığı da sahnede ses efektleri ile deneyimleyebiliyoruz. Marcus Nigsch’in müzik tasarımı ise bizi yer yer hüzne ve az da olsa göçün umuduna boğuyor.

Oyun anlatı üzerine kurulu ve açık biçem olması seyirciyi anda ve sonra o anın peşindeki anda tutmaya yarıyor. İki ana ve tek aktör ile tekstilci aileye gönderme yapılan kucak dolusu kumaşların ana aksesuarlar olarak kullanılmasıyla, oyun kişileri arasında geçişler sağlanıyor: Hermann ve eşi Karoline. Günümüz çiftleri olarak ise Özge ve Suat. Beyazlar içindeki iki oyuncunun tek bir “yakalık” ile zamanda başka kişiler oluverme fikri ise birkaç seferden sonra seyirciyi gülümseten “akıllıca bir takdir” kazanıyor. Kostüm uygulamayı üstlenen Bettina Henning, beyaz rengi boş bir zemin olarak kullanıyor ve akışkan göç temasına akışkan bir renk katıyor.

Oyun eskiden de şimdi de genel geçer olarak anılan modern şehir tanımlarında ilk sırada gelen İzmir üzerinde nefes alıyor. Denizi de gökyüzü de masmavi olsa da kökü burada olan aileler için bile sonradan gelindiğinde “yabancı memleket olan İzmir…” Hermann’lar 1800’lerde gelip çok sevip alışsalar da ve ailelerini burada büyütseler de antisemitizm ile karşı karşıya kalıyor. “Yabancı olmak” burada vuruyor en çok yüzlerine. 

Suat ve Özge ise Avusturya’dan günümüzde İzmir’e göç etseler de Özge mutlu mesut sokakları deneyimlerken Suat alışamıyor İzmir’e ve ayrılık kapıda görünüyor. Bu sefer dini bir zorbalık olmasa da dışarıdan gelenin, geldiği noktaya uyum sağlayamamasının ve hayatının yeniden ve yeniden değişecek olmasının altı çiziliyor. Göç herkesi değiştirir. Göç bir umut olsa da akışkan olmak zorundadır göç eden. Çünkü gittiği “başka memleket”e “uyum sağlamalı”dır. Tüm metin ve sahneleme bu akışkanlık içinde sahnede canlanıyor. 

Bu oyun göçle ilgili meselelere değinirken yıllar içinde pekçok ülkede yasalaşan göçmen yasaklarından da ufak bir liste sunuyor. Aklında göç kararı olan seyirci için bu bir ön fikir olsa da, bu zorluktan geçen iki aktörü Almanca bir seyrin içinde Türkçe şakalaşırken görmek ise gülümsetiyor. Video mapping tekniği baştaki ufak röportajlar dışında, oyun karakterlerinin bahsettiği kişiler ve anlattıkları hevesli ya da hüzünlü her şeyde devreye giriyor.

Sarah Mistura ve Cem Barışcan’ın tasarladığı videolarda kişilerin kullandığı maskeler toplumun personasına işaret ediyor, bazen de yiten anılara. Yine sahne üzerindeki aktörlerin kullandıkları maskeler personayı kullanarak gerçek duygularımızı gösterebildiğimize, gülümseyen ve sessiz bir suratla gezersek uyumlu olma çabamızın ve hüzünlerimizin görülmeyeceğine ve kendimiz dışında bir başkası olabileceğimize işaret ediyor.

Sandra Münchow tasarımı sahne, Dünya kadar boşlukta yiten umutları sergilemek için geniş bir Dünya oluveriyor. Oyunun yine belgesel alt yapısını destekleyen kısa röportaj ise sinegog basılma sahnesindeoynatılıyor, Judisches Museum Hohenems direktörü, göç eden ailelerden kalan eşyaları ve tüm Dünya’ya dağılan aile fertlerinden gelen anıları biriktirdiklerini ve sergilediklerini anlatıyor. 

Var olma, ait olma, toplum, insan bakış açısı, din ve dil ayrımı, umutlar ve kayıplar etrafında dönen “hayat” döngüsünde yaşanmış olanı bu parametreleri kullanarak anlatan Walktanz Theater’a teşekkürlerim ile tam künyeyi yazıya ekleyerek festival kitapçığındaki eksiği de tamamlamak isterim:

Künye:

Yönetmen: Brigitte Walk
Metin: Aksel Bonfil
Sahne ve Kostüm Tasarım: Sandra Münchow
Oyuncular: Özge Dayan-Mair / Suat Ünaldı
Film: Sarah Mistura / Cem Barışcan
Müzik: Marcus Nigsch
Çeviri: Aysun İzmirli
Teknik: Marco Feldmann
Fotoğraf: Sarah Mistura
Kostüm Uygulama: Bettina Henning
Makyaj: Lena Voznyuk
Prodüksiyon Sorumlusu: Marina Höfler
Görsel Tasarım: sägenvier designkommunikation


“Ödünç bir gökyüzünün altında yaşamak çok zor.”

Yazar: Ezgi Gizem Gülümser 

Bu haber adada kalmaya devam etsin mi?

Kalsın17SonuçlarGitsin
17 People voted this article. 17 Upvotes - 0 Downvotes.
svg

Aklında bir şey mi var?

Yorumları göster / Yorum yap

Cevap ver

Yükleniyor...
svg