Anneler Günü yaklaşırken, belki de en güzel hediyelerden biri, kelimelerin büyülü gücüyle duyguları ifade etmek. Kimi zaman bir şiir, kimi zaman bir mektup, kimi zaman ise bir roman sayfasında dökülür annelere olan sevgimiz. Dünyanın en büyük yazarları da bu duyguyu saklamamış, kalemleriyle tarihe not düşmüşler. Bu yazıda, ünlü yazarların annelerine yazdığı mektuplardan ve annelik üzerine düşündüklerinden yola çıkarak hem edebiyat hem de insan ruhu arasında samimi bir yolculuğa çıkıyoruz.
Franz Kafka’dan Annesine Sessiz Bir Sevgi
Franz Kafka, babasına hitaben yazdığı ünlü mektubuyla bilinir. Ancak annesi Julie Kafka’ya duyduğu sessiz sevgi, satır aralarında kendini belli eder. Kafka, annesine doğrudan yazdığı mektuplarda pek duygusal değildir. Fakat onun annesiyle ilişkisinde “gizli bir bağlılık” sezilir.
Annesi onun en büyük destekçilerinden biri olmuş, oğlunun yazma tutkusuna sessizce ama sürekli destek vermiştir. Kafka’nın annesine hitaben söylediği şu söz, bu kırılgan ilişkiyi özetler niteliktedir:
“Belki de sana daha çok şey anlatmalıydım anne, ama söyleyemediklerim bile hep senin yanında şekillendi.”
Kafka’nın hayatı boyunca hissettiği yalnızlık duygusuna rağmen annesinin varlığı, onun için görünmez ama güçlü bir dayanak olmuştur.
Victor Hugo’nun Özlem Dolu Satırları
Fransız edebiyatının dev ismi Victor Hugo, annesi Sophie Trébuchet’e derin bir hayranlık duyardı. Annesinin erken ölümü Hugo üzerinde büyük bir etki bırakmış ve bu duyguyu sık sık mektuplarında ve şiirlerinde dile getirmiştir. Hugo, annesi için yazdığı bir mektupta şöyle der:
“Anneciğim, sensiz geçen her gün eksik bir dünyadır. Varlığın kadar yokluğun da benimle büyüyor.”
Victor Hugo’nun eserlerinde aile, özlem ve kayıp temaları sıkça işlenir. Bu duyguların temelinde annesine duyduğu özlem ve minnettarlık vardır.
Tolstoy’un Annelik Üzerine Derin Düşünceleri
Rus edebiyatının dev ismi Lev Tolstoy, annesini küçük yaşta kaybetmiş olsa da, annelik kavramına eserlerinde büyük bir yer ayırmıştır. Özellikle “Savaş ve Barış” ve “Anna Karenina” gibi eserlerinde annelik figürleri üzerinden insan ruhunu derinlemesine incelemiştir.
Tolstoy, annesiz büyümenin bıraktığı boşluğu şu sözlerle ifade eder:
“İnsan, annesinin sesini hayatı boyunca duyar; kimi zaman rüzgarda, kimi zaman bir şarkıda.”
Tolstoy’un yazılarında annelik, sadece doğuran değil, insanı büyüten, yön veren ve ruhunu şekillendiren bir güç olarak yer alır.
Virginia Woolf’tan Annesine Duygusal Bir Veda
Modern edebiyatın öncülerinden Virginia Woolf, annesi Julia Stephen’ı genç yaşta kaybetmişti. Bu kayıp, Woolf’un hayatı boyunca zihninde ve eserlerinde yankı buldu. Woolf, annesinin ölümünü bir türlü atlatamamış ve bu duyguyu “Deniz Feneri” adlı romanında işlemeyi seçmişti. Romanın merkezinde yer alan anne figürü, Woolf’un kendi annesinin bir yansımasıdır.
Bir günlüğünde annesiyle ilgili şöyle yazar:
“Onun sessizliği bile huzur verirdi. Varlığı bir oda dolusu güneş gibiydi.”
Virginia Woolf için annesi, hayatının en derin duygusal köprülerinden biri olmuş, yokluğunda bile ona yol göstermeye devam etmiştir.
Marcel Proust ve Annesine Adanan Bir Ömür
“Kayıp Zamanın İzinde” adlı dev eseriyle tanınan Marcel Proust, annesi Jeanne Proust’a büyük bir düşkünlükle bağlıydı. Hatta bu bağlılık, hayatının merkezine annesini koyacak kadar ileri gitmişti. Annesine yazdığı mektuplarda, onun sevgisi olmadan hiçbir şeyin anlamı olmadığını dile getirirdi.
Annesine hitaben yazdığı bir mektupta şöyle der:
“Senin varlığın, yazdığım her kelimenin gizli ilhamıdır.”
Annesinin kaybı, Proust’un hayatının en büyük sarsıntısı olmuş, bu acıyı eserlerine nakış gibi işlemiştir.
Edebiyatın büyük ustaları da tıpkı bizim gibi sevdiklerini kelimelerle aramış, annelerini satırlara emanet etmişler. Mektuplarında özlem, minnet, pişmanlık ve sevgiyle yoğrulmuş duygular bırakmışlar.
Bugün bize düşen ise belki annelerimize büyük romanlar yazmak değil ama en azından birkaç içten cümleyle kalbimizdekini ifade etmek olabilir. Unutmayın, bazen en küçük bir not, en büyük hediyeye dönüşebilir.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak