
Paris’in Petit Palais’si, çağdaş sanatın kalesi Art Basel‘in hemen karşısında, 18. yüzyıl Fransız yaşamının popülist bir temsilcisi olan Jean-Baptiste Greuze’ün doğumunun 300. yıl dönümünü kutlayan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Küratörler, Greuze’ü “18. yüzyılın en cesur figürlerinden biri” olarak konumlandırsa da, sergi, bu cesaretin ardındaki toplumsal ikiyüzlülüğü de istemeden ifşa ediyor.
Greuze’ün sanatı, duygusal, aşırı süslü ve ahlaki dersler veren bir üsluba sahiptir. Serginin ilk izlenimi, elinde köpeklerle veya hüzünle okuyan “ağlak gözlü” çocuk portrelerinden oluşuyor. Bu resimler, İngiliz ressam William Hogarth’ın aynı döneme ait keskin hicivli eserlerinin aksine, yalnızca sempatik ve çekici bir yumuşaklık sunuyor.
Kaybolan Masumiyet ve Estetize Edilen ŞiddetSerginin asıl sorunu ve en rahatsız edici bölümü, çocukluğu ve kaybedilen masumiyeti işleyen bölümlerde ortaya çıkıyor. Greuze, genellikle çocukluk temasına odaklanmak için yeterli doğrudan materyal bulamasa da, serginin sonuç bölümü, tamamen bozulmuş masumiyet ve kaybedilen bekaret temalarına ayrılmış.
Bu tür tasvirler, Greuze’ün sanatından çok, onun zamanındaki toplumsal görüşler hakkında en ifşa edici bilgileri sunuyor. Sanatçının bu eserlerle kazandığı popülarite, o dönemin toplumunun, bu en acımasız deneyimleri bile nasıl göz alıcı bir dramaya dönüştürmeyi tercih ettiğini gösteriyor.






