Belén Funes’in son filmi Los Tortuga (The Exiles), göçün ağırlığını, yasın sessizliğini ve ev kavramının kırılganlığını aynı hikâyede buluşturuyor. İspanyol-Şilili yapım, Barcelona sokaklarında gece taksiciliği yapan Delia ve kızı Anabel’in hikâyesini anlatıyor. Evlerinden atılma tehlikesiyle yüzleşen anne-kız, geçmişin hayaletleriyle yeniden karşılaşmak zorunda kalıyor: özellikle de hayatlarından silinmeyen Julián’ın ölümüyle. Film, Jaén’in zeytinliklerinden kentin dar apartman dairelerine uzanan coğrafyalarda, köklerin ve köksüzlüğün izini sürüyor.
“Los Tortuga” ismi, evlerini sırtında taşıyan kaplumbağalara gönderme yapıyor. Endülüs’ten göç edenlerin, kendi evlerini yanlarında götürmek zorunda kalanların sembolü. Bu isim, filmin ruhunu da özetliyor: taşınan, ama asla tam olarak yerine oturmayan bir hayat. Delia’nın Şilili geçmişi, Anabel’in Endülüs’le kurmaya çalıştığı bağlar, evin ne olduğuna dair farklı ve çatışmalı yanıtlar veriyor.
Funes’in sineması büyük patlamalardan çok küçük sessizliklerle ilerliyor. Gece taksilerinde, evin loş ışığında ya da zeytin hasadında geçen sahneler, gündelik hayatın içinde biriken kırılmaları gösteriyor. Delia’nın tükenmiş bakışlarıyla Anabel’in umut dolu direnci yan yana geldiğinde, filmin kalbinde hem derin bir kırılganlık hem de direnme arzusu hissediliyor.
Antonia Zegers, Delia’nın yorgunluğunu ve inadını büyük bir doğallıkla taşırken, Elvira Lara’nın Anabel yorumu filmi geleceğe taşıyan taze bir ses oluyor. Diego Cabezas’ın kamerası ise, şehrin karanlık sokakları ile zeytinliklerin ışığını yan yana getirerek hikâyeyi yalnızca karakterlerde değil, mekânlarda da kuruyor.
Los Tortuga, festival yolculuğunda Málaga’dan Selanik’e birçok ödülle anıldı. Eleştirmenler filmin yavaş ritmini kimi zaman sabır isteyen bir deneyim olarak görse de, gerçekçiliği ve sahici duygusu onu çağdaş İspanyol sinemasında özel bir yere yerleştiriyor. Göçün ve ekonomik kırılganlığın güncel tartışmaların merkezinde olduğu bir dönemde, bu film, görünmeyen hayatların sesini duyuruyor.
Belén Funes’in kamerası, evin sadece dört duvar değil; hatıralarla, kayıplarla ve taşınan köklerle kurulan bir yük olduğunu hatırlatıyor. The Exiles, gösterişli anlardan çok, sessizce sarsan, izleyicinin zihninde ve kalbinde uzun süre kalan bir film.