90’ların sonlarına doğru Türkiye’de gitgide yaygınlaşmaya başlayan 56K dial-up ve şişen telefon faturaları sayesinde ülke gençlerinin müzik dağarcığı gittikçe gelişmeye başladı. mIRC, Napster gibi uygulamalar üzerinden bulduğumuz albümleri hazine gibi benimsiyor, başucu eseri gibi yüceltiyorduk. Ben o sıralarda “stajyer” metalciliği “geride” bırakıp bunalım dozu yüksek Massive Attack, Portishead, Jay Jay Johanson benzeri akımların peşinden gider olmuştum.
O yıllarda Blue Jean ismiyle yayımlanan bir neşriyat vardı. Bu mecrada iki okuyucu grubu arasında çekişmeler tavan yapardı. Metalciler ve rapçiler her ay, ama her ay, dozu azaltmadan birbirilerine sataşır dururdu. Hangisi daha iyidir, hangisi daha kötüdür diye ilerleyen bu süreçte birden nu-metal isimli bir tür peydah olarak patlama yaptı. Türün babası olarak kabul gören KoRn müzik piyasalarını yıkıp geçti. Yeni dönemle birlikte Blue Jean’e has eski kavgalar artık bu tür ile birlikte sönümlenmeye başladı.
Yanlış hatırlamıyorsam 1998 yılının yazında çok asi(!) bir geç ergenlik yaşadığım için ailemle tartışıp cebimdeki 2 milyon (şimdinin 250-300 TL’si gibi düşünün) TL ile Keşan’dan yola çıkmış, Edirne’ye otostop ile gidip orada arkadaşımla buluşup, İstanbul’a doğru yola koyulmuştuk. “İstikamet Kadıköy-Akmar!” deyip yollara düştük.
Akmar’a vardığımızda sıra sıra dizilmiş o dönemin muhteşem formatı olan cd’lere bakıyorduk. Çapraz hizalanmış ve arka arkaya dizili cd’leri parmaklarımla devirirken kapağı ilgimi çeken bir albüm bulmuştum. Satın alıp hemen sahte kulaklıkla kullandığım discman’ime taktım. Bir vaaz ile başlayan intro epeyce ilgimi çekmişti. İsmini mırıldanırken ağzımdan “3 dolara bilye al” kelimeleri dökülüvermiş, “3 Dollar Bill, Y’all” albümü ile başlayan Limp Bizkit serüvenim o gün başlamıştı.
Florida BB’ye bağlı Jacksonville semtinde, Fred Durst, Rob Waters, Sam Rivers ve John Otto öncülüğünde kurulan Limp Bizkit, daha sonra Rob’un ayrılmasıyla birlikte şahsına münhasır bir karakter olan Wes Borland ile yoluna devam etti.
Grup içinde Fred Durst ve Wes Borland anlaşmazlıklar sebebiyle bir küs, bir barış derken en son bir trafik kazası sırasında ölüme çalım attığını düşünen Fred Durst, Wes’e “kanka bak ölümlü dünya, bir albüm çıkarak, sonra çil çil altınlar gelir, yeter ki bitsin bu küslük” diyerek ilk albümlerini Interscope Records etiketi ile 1997’de gruba “House of Pain”den DJ Lethal’ı katarak “3 Dollar Bill, Y’all” adıyla çıkardılar. Albümü çıkarmalarında yardımcı olan bir diğer unsur Fred Durst’ün dövmecilik kariyeri oldu. Korn grubunun frontman’i olan Jonathan Davis ve yardakçılarına “abi şu dövmeleri beleşe yapayım, siz de sizin yapımcıya elden ele bi’ zahmet…” diyerek şöhretin kapılarını araladı.
Albümde bulunan George Michael cover’ı olan “Faith” ortamlarda büyük sükse yaptı, şahsımı ilk duyuşta aşk ile tanıştırıp yerimde hop hop zıplattı. Dönemin önemli organizasyonu olan “Family Values” konserlerinde boy göstererek ünlerine ün kattılar.
1999 yılında ikinci albümleri olan Flip ve Interslope Records etiketiyle “Significant Other” piyasaya çıktığı dönemde nu-metal artık zirvede olan bir müzik türü haline geldi. Yapımcı Terry Date’in itici kuvvet olduğu, ABD Billboard 200’de ilk sıraya kadar yükselen bu albümün 16 milyondan fazla kopyası satıldı.
Grup, “Chocolate Starfish and the Hot Dog Flavored Water” (daha uzun bir isim bulamadınız mı arkadaş?) isimli üçüncü albümü dinleyicileri tarafından geçer not alsa da halefi olan “Results May Vary” ile hayranlarını üzmeye başladı. Ardılı olan “Gold Cobra” ve “Still Sucks” albümleri genel kanı olarak grubun asıl çizgisinden uzaklaştığının bir izdüşümü olarak değerlendirildi. Daha çok deneysel ve politik içeriğe sahip olan EP’si “The Questionable Truth (Part 1)” ile propaganda, Katolik kilisesinde yaşanan suistimaller, terörizm ve şan şöhretin getirdiği karanlık konular işlendi. Prensipte endüstriyel müziğe karşı olan Limp Bizkit, bir paylaşım yazılımı olan Napster sponsorluğunda ücretsiz konserler verdi. Buna rağmen kapitalin beyefendileri olan ve Napster’a devasa davalar açan Metallica’nın üyelerinin onayını alarak “MTV Icon: Metallica” albümünde nasıl yer aldıkları hala kafamda soru işaretidir.
Dünyaya herhangi bir mesaj verme amacı olmadan tamamen coşkunun, içinden geleni yapmanın çıktısı olan gruba ait eserlerde Wes Borland’ın devasa bir etkisi oldu. Çoğu kez baba ocağıyla ters düşen bir karaktere sahipken, Black Light Burns, Big Dumb Face, Eat the Day ve The Damning Well her ne kadar Wes Borland’ın yeteneklerini cömertçe sergilediği diğer projeler olsa da elbette bir Limp Bizkit popülaritesine ulaşamadı ve grupla adeta aşk-nefret ilişkisi yaşadı. Öyle ki, Wes olmadan grup, grup olmadan Wes, Burak’sız bir Kut gibi oldu.
Sosyal medyada ilk başta troll içerik olduğunu düşündüğüm Limp Bizkit konserini web sitelerinden teyit amaçlı baktığımda ülkemizdeki konsere dair hiçbir bilgi bulunmuyordu. Ertesi hafta ise konser biletlerine dair bir haber daha gördüm ve yine troll bir içerik olduğunu düşünerek isteksizce linke tıkladım. Fakat bu sefer boşuna olmadığını görerek sevinçten havalara uçtum ve bir insanın parmakları ne kadar hızlı hareket edebilirse, o hızda biletimi aldım.17 Ağustos 2025 tarihinde İstanbul’da verecekleri konserde grup asli kadrosuyla tam tekmili birden bize keyifli bir nümayiş sunacağa benziyor. Sabırsızlıkla bekleyip, ısrarla bayimden istiyorum. Diğer sevenleriyle birlikte yarınlar yokmuşçasına “keep on rollin’ baby” diyerek eğleneceğimize dair şüphem yok.
Yazar:Canbolat Aydın
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak