Sanat tarihinde bazı isimler, dev bir dönemi başlatmanın hem onurunu hem de o dönemin gölgesinde kalmanın kaderini taşır. Erken Rönesans’ın öncüsü Cimabue, tam da böyle bir figürdür. Güvenle kendisine atfedilen eserlerin azlığı, onu monografik sergilerin nadir konusu yapsa da, Louvre Müzesi’nde düzenlenen “A New Look at Cimabue” – At the Origins of Italian Painting sergisi, bu efsanevi sanatçının dünyasına adım atmak için ender bir fırsat sundu.
Giorgio Vasari’nin onu “resim sanatına ilk ışığı tutan” sanatçı olarak onurlandırmasına rağmen, sanat tarihi Cimabue’yi sıkça Yüksek Rönesans’a giden yolda bir basamak olarak gördü. Oysa Louvre’un küratörleri, bu sergiyle onu kendi döneminin devrimci bir ustası olarak konumlandırmayı hedefledi. Bu yeniden değerlendirme, özellikle Louvre’un başyapıtları olan Maestà ve Mesih’in Alay Edilmesi eserlerinin titiz restorasyon süreçlerinin ardından mümkün oldu.
Serginin belki de en çarpıcı yönü, bu restorasyonlar sonrası eserlerin adeta yeniden doğuşuydu. Yılların ve başarısız müdahalelerin donuklaştırdığı vernik katmanlarının altından, Cimabue’nin özgün renk paletinin cüretkarlığı gün yüzüne çıktı. Özellikle Maestà‘daki Lapis Lazuli pigmentiyle elde edilen göz alıcı mavi, resme uhrevi bir ışık katarken, çerçevedeki Kufi tarzı kaligrafi, sanatçının döneminin estetik akımlarına ne denli hakim olduğunu gösteriyordu.
Ancak Cimabue’nin dehası, sadece renklerde değil, figürlerine aşıladığı insaniyet ve duygusal derinlikte yatıyordu. O, Bizans sanatının katı formüllerini kırarak, her bir meleğe, her bir peygambere ayırt edici bir karakter, bir ruh hali ve bir yaşanmışlık verdi. Onun fırçasında İsa’nın hayatı, donuk bir ikonografiden çıkıp, acısı ve zaferiyle nefes alan bir anlatıya dönüştü.
Louvre’daki bu sergi, Cimabue’nin sadece bir “öncü” olmadığını, kendi başına tam ve güçlü bir sanatçı olduğunu kanıtladı. Ziyaretçiler, Duccio ve Giotto gibi ustalar üzerindeki etkisini görerek, bir sanatçının fırçasının tüm bir sanat tarihinin akışını nasıl değiştirebileceğine tanıklık etti. Sergi, bize bir sanatçıyı yeniden keşfetmenin, aslında bir dönemin ruhunu yeniden anlamak demek olduğunu hatırlattı.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak