Gazeteci-yazar Ali Deniz Uslu aynı zamanda kaleme aldığı kitaplarla da dikkat çeken bir isim. Uslu’yla hem şiir kitaplarını hem müziği hem de hayatı konuştuk.
– Sizinle son röportaj yaptığımızda “insan niye yazar” diye sormuştum.” Yaşayamadığı için, nefes alamadığı için, anlayamadığı ya da anlaşılmadığı için… Korktuğu için, korkmamak için, direnmek için, bilenmek için” yanıtını vermiştiniz. Aradan yıllar geçti insan niye yazar listesinde bir değişiklik var mı, yeni şeyler eklendi mi bu listeye?
Yeni dünyada hayata dair dertler, sıkıntılar, marazlar gün geçtikçe artıyor. Hızlı tüketiyoruz, şimdiyi sürekli ıskalıyoruz. Geçmiş ile gelecek arasında yaşarken şimdiyi yaşayamama hatasına düştük. Benim için ise listenin demirbaşları değişmedi sanırım, hala kendimi hayattan ve zamandan korumak için yazıyorum.
Şiir bu anlamda bir sığınak, üzerime giydiğim bir zırh gibi…
– Eski ve iyi bir müzik yazarısınız. Yıllardır sizden müzikle ilgili bir kitap bekliyorum ama şiir kitaplarıyla karşımıza çıkıyorsunuz. Müziğe dair bir kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
Gazetecilik yıllarımda sahadayken, Marmara Üniversitesi’nde; İstanbullu Müzik ve Müzik Medyası üzerine bir yüksel lisans tezi yazmıştım. Sanırım bu beni epey tatmin etti, kitaplaştırmayı da düşünmedim. Bir de son çeyrek yüzyıldır Türkiye’deki sosyolojik değişimin müziğe nasıl yansıdığını çok iyi gördüm, hepimiz gördük. Zaten müzik bir şekilde hep yanı başımda, bazen yazıyorum ama sıkça dinleme tarafındayım. Yakın gelecekte kitap gibi bir düşüncem yoktu, bu sorudan sonra belki olur, kim bilir?
– Sizi var eden şey “yazmak”. Hep şiir kitapları kaleme aldınız. Sizi şiire bu denli bağlı kılan nedir?
Şiir mürekkeple, klavye ve kalemle değil aslında kanla yazılan bir metindir. Elbette kan bir metafor. Şiirin duygu yoğunluğunu, rafine sertliğini, hakikatini, en azından ben başka metinlerde bulamıyorum. Şiir, üzerine çalışılan, strateji geliştirilen ya da ticari şekilde yaratılan bir ürün de değil. Şiir yalnızca şairi ilgilendirir, o yazar. Okuyan da karşılık bulur ya da bulmaz. Günümüz dünyasında kendini koruyan nadir şeylerden biri, tabii kırılgan ve anlaşılmaz da…
– “Asfalt Yengeci”, “Fil Düşüşü”, “Karganın Duyduğu” kitap isimlerinizin pek çoğunda bir hayvan adı var. Bu bir tesadüf değildir diye düşünüyorum. Kitap isimlerinizin bir hikayesi var mı?
Tüm kitapları ismini içindeki bir şiirden alıyor. Hayvan metaforları benim hayal dünyamda çok farklı karşılıklar buluyor. Mesela kargalar bize aptallıkları ile öğretilirken aslında hayvanlar aleminin en zeki canlıları. Öfke bellekleri var, pek çok bilgiyi genetik olarak nesilden nesile aktarabiliyorlar. Bunlara anıları da dahil. Filler de keza aile mezarlarını ziyaret eden, farklı iletişim yolları kullanan heybetli ama ruhen kırılgan canlılar. Asfalt Yengeci de günümüz beton dünyasına bir çığlık. Bir de Martıların Çocukluğu vardı kitaplarımda.
O da kaybettiğimiz, yitip giden İstanbul’un
özlemine bir gönderme sayılabilir.
– Bundan 10-15 sene önce kitabın değeri bugünle kıyaslandığında daha fazlaydı. Sosyal medyaya düşkünlüğümüz biraz kitapla olan ilişkimize mesafe koydu gibi. Bu değişimi nasıl buluyorsunuz, nasıl yorumluyorsunuz?
Artık görsel bir dünyada yaşıyoruz. Okuyarak öğrenmenin tadı ve değeri pek kalmadı. İnsanlar telefonlarının şarjları bittiğinde ne yapacaklarını şaşırır durumda. Bu gidiş iyi bir gidiş değil, daha donuk, daha plastik, daha suni, daha duygusuz bir topluluğa doğru evriliyoruz.
– Son kitabın üzerinden iki sene geçti. Yeni kitap için çalışmalarınız var mı?
Zihnimin köşelerinde metinler, şiirler toplanmaya devam ediyor. Ama onları kâğıda geçirecek gücü şu an kendimde bulamıyorum. Belki de biraz daha demlenmeleri lazım. Zira zamanı geldiğinde her şey çok hızlı ve kendiliğinden gelişiyor.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum yap