Fotoğraf tarihinde nadir bulunan bir yoğunlukla anılan Masahisa Fukase’nin “Karasu” (Ravens) serisi, yalnızlığın ve kederin simgesi olarak kült statüsünü çoktan kazandı. Fakat yönetmen Mark Gill, bu karanlık evrene başka bir yoldan girmeyi seçiyor: absürd ve ironik bir geçişle. Gill’in kısa filmi Ravens, Fukase’nin karanlık vizyonunu temel alıyor ancak onu neredeyse tuhaf bir kara komediye dönüştürüyor. Peki bu sınırda yürüyen yaklaşım, kültürel bir saygısızlık mı yoksa yeni bir okuma mı?
Fukase’nin Karasu’su: Bir Yalnızlık Haritası
1970’lerin sonlarında çekilen Karasu serisi, Fukase’nin eşinden boşanmasının ardından Japonya’yı trenle dolaşırken çektiği, neredeyse tümü siyah-beyaz fotoğraflardan oluşur. Gökyüzünü parselleyen kuzgunlar, şehirde yürüyen yalnız figürler, bulanık tren pencereleri… Bu kareler, sadece fotoğraf değil; bir ruhun dışavurumudur. Eleştirmenler bu çalışmayı “görsel bir ağıt” olarak tanımlar.
Fukase’nin bu serisi, Japon savaş sonrası neslinin içe kapanmış duygularını, kişisel çöküşle harmanlayarak sunar. Hem bireysel hem de kolektif hafızayı delip geçen bir estetikle…
Gill’in Ravens Yorumu: Absürdün Gerilimle Dansı
Mark Gill’in kısa filmi Ravens, ilk bakışta Fukase’nin işine doğrudan bir referans sunuyor gibi görünebilir. Ama aslında Gill, bu görsel külliyatı ters yüz ediyor. Hikâyede, bir adam bir otel odasında yalnız uyanır. Gözlemlediği kuzgunlar, bu kez dış dünyadan ziyade zihninin içinde uçuşuyor gibi… Film, gerçeklik ile halüsinasyon arasında gidip gelen bir atmosfer kuruyor.
Fakat film buradan sonra yön değiştiriyor. Sesler grotesk bir tona evriliyor, karakterin paranoyası absürtlüğe kayıyor. Gill, Fukase’nin trajik tonunu, kara mizahın diliyle büküyor. Bu tercih, hem riskli hem de etkileyici. Zira bu yorum, karanlıkla başa çıkmanın alternatif bir yolunu gösteriyor.
Mizah ve Melankoli Arasında İnce Bir Çizgi
Gill’in yorumu bazı eleştirmenler tarafından fazla “oyuncu” bulunabilir. Ancak bu oyunbazlık, karanlığı hafifletmek yerine onu başka bir biçimde görünür kılıyor. Mizah, Fukase’nin işindeki kasveti maskelemiyor; tersine, ona yeni bir çatlak açıyor.
Filmin sinematografisi, Fukase’nin kendine özgü karelerini yeniden üretmiyor belki ama onun ruh haline göz kırpan bir atmosfer sunuyor. Görüntüler, sessizlik ve içsel çöküş hissiyle örülü. Ancak beklenmedik ses tasarımı, karakterin zihnindeki absürtlüğü dışa vuruyor.
Görsel Hafıza ile Yeniden Karşılaşma
Mark Gill’in Ravens filmi, Fukase’nin eserine doğrudan bir yeniden yapım değil. Daha çok, bir “yansıma.” Kendi anlatısını kurarken, kültürel bir hafızayla diyalog kuruyor. Karanlığı bir ağırlık olarak değil, dönüşebilecek bir malzeme olarak ele alıyor. Belki de bu sayede, Karasu’nun hâlâ neden çağdaş sanatın en çok konuşulan işlerinden biri olduğunu yeniden düşünmemizi sağlıyor.
Apartman No:26 Notu
Fukase’nin fotoğrafları yıllardır suskunlukla konuşur. Gill’in filmi, bu suskunluğu biraz kurcalıyor. Absürdle, ironiyle… Ama yine de saygıyla. Sanatın farklı dillerle konuşabilme gücü, işte tam burada yatıyor.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak