Bazı kitaplar vardır ki, kapağını kapattıktan sonra da zihninizde kalmaya devam eder. Abdülhak Şinasi Hisar’ın “Fahim Bey ve Biz” adlı romanı da tam olarak böyle bir eser. Ne tam anlamıyla bir olay romanı ne de klasik bir karakter portresi… Ama içinde öyle bir derinlik, öyle bir ruh hali vardır ki, modernleşen Türkiye’nin sancılarını bireysel bir hikâyeye yedirerek anlatır. Bu yazıda, Hisar’ın bu etkileyici eserine beş başlıkta daha yakından bakıyoruz.
Fahim Bey: Bir Dönemin Sessiz Kurbanı
Fahim Bey, naifliğiyle, içe dönüklüğüyle ve hayalperestliğiyle bize oldukça tanıdık gelir. Kendi halinde yaşayan, varlığıyla yokluğu arasında ince bir çizgide yürüyen bu karakter, aslında bir dönemin silikleşen bireyinin temsili gibidir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin sancıları yaşanırken, bireyin kimliği de aynı derecede bulanıktır. Fahim Bey’in kurduğu düşsel dünyalar, bir anlamda değişen gerçeklikle baş edemeyişin de bir göstergesidir. O, modernleşmenin kazananlarından değil, arada kalıp kaybolanlarındandır.
“Biz” Kim? Anlatıcının Gölgesinde Saklı İtiraflar
Kitabın adı sadece “Fahim Bey” değil; “Fahim Bey ve Biz”. Bu küçük ama önemli detay, okuyucuyu sürekli düşünmeye iter: Kimdir bu biz? Anlatıcı, Fahim Bey’i gözlemleyen bir figür gibi görünse de, onun yaşamına duyduğu hayranlıkla karışık burukluğu her satıra sinmiştir. Kimi zaman alaycı, kimi zaman şefkatli… Aslında “biz”, yargılayan toplum da olabilir, meraklı mahalleli de. Belki de anlatıcıyla birlikte hepimiziz: Fahim Bey gibileri anlamakta zorlanan, onları kendi sessizliğimize kurban eden bizler.
Modernleşme Arasında Sıkışmış Hayatlar
Hisar’ın anlatımı, bireyin iç dünyasıyla dönemin değişen yüzü arasında bir gerilim kurar. Fahim Bey’in Avrupa hayranlığı, küçük bir şirket kurma çabası, giyimine gösterdiği özen… Bunların hepsi yüzeyde “modern” görünse de, altında derin bir uyumsuzluk yatar. Yeni bir toplum düzeni kurulur; fakat bu düzende kendine yer bulamayanların hikâyesi pek anlatılmaz. İşte Hisar, tam da bu boşluğu doldurur. Modernleşen şehirde ayakta kalamayan “eski zaman” insanlarını anlatır; onlar ki, geçmişin estetiğini taşır ama geleceğe sığamaz.
Estetik Bir Hüzün: Hisar’ın Dilinde Zamanın Ağırlığı
Abdülhak Şinasi Hisar’ın dili, klasik bir anlatıdan çok bir musiki gibidir. Cümleleri ağır ağır akar; zamanın geçişi gibi. Geriye dönüşlerle kurulu roman yapısı, bize sadece olayları değil, hatıraların nasıl şekillendiğini de gösterir. Bu anlatım tarzı, Fahim Bey’in geçmişteki bir figür olarak sunulmasına hizmet eder. O artık bir insandan çok bir anıdır. Hisar, onu anlatırken aslında geçmişi anlatır; kaybolan nezaketi, sessizliğin içinde büyüyen düşünceleri ve ağırbaşlı hüznü…
Yalnızlık: Herkesin Bildiği, Kimsenin Adını Koymadığı Duygu
Roman boyunca bir duygu vardır ki, her satıra sızar: yalnızlık. Fahim Bey yalnızdır; ne ailesiyle ne çevresiyle gerçek bir bağ kurabilir. Yaptığı her şey –giydiği takım elbise, aldığı diplomalar, iş kurma hayalleri– bir “var olma çabası”dır. Ama kimse görmez, kimse gerçekten tanımaz onu. Bu yalnızlık, sadece Fahim Bey’in değil, değişim karşısında savrulan her bireyin yalnızlığıdır. Abdülhak Şinasi Hisar, bu duyguyu ne dramatize ederek ne de abartarak anlatır. Sessizce, usulca… Tıpkı Fahim Bey’in hayatı gibi.
Anlatılmayanların Yazarı
“Fahim Bey ve Biz”, Türk edebiyatında belki de en çok “duygu anlatımı” ile öne çıkan romanlardan biridir. Büyük olaylar, keskin çatışmalar yoktur ama kalpte derin bir iz bırakan ayrıntılar vardır. Abdülhak Şinasi Hisar, tam da bu ayrıntılarla bir dönemin içsel fotoğrafını çeker. Giderek kalabalıklaşan şehirlerde silikleşen bireyleri, incelikli duyguları, iç sesleri ve sessiz kayboluşları bize hatırlatır. Ve bu yüzden Fahim Bey’i unutmak kolay değildir.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak