The Frick Collection, yenilenen binasının yeniden açılışını, Hollandalı usta ressam Johannes Vermeer’in “Vermeer’s Love Letters” adlı mikro sergisiyle kutluyor. Sergi, 31 Ağustos’a kadar Upper East Side’daki 1 East 70th Street adresinde devam ediyor ve sanatçının kadınları mektuplarla tasvir ettiği altı tablosundan üçünü bir araya getiriyor.
Her bir tablo, kendi mavi-gri, gölgeli kutusu içinde sergilenerek, izleyicinin her bir esere ayrı ayrı odaklanmasını sağlıyor. Serginin bu düzeni, eserleri karşılaştırmak için kullanılan geleneksel yöntemlerden kaçınarak, her tablonun kendi içinde barındırdığı hikayeye odaklanmamızı sağlıyor.
Sergi, Vermeer’in, bir hizmetçiyle birlikte meşgul olan bir kadını tasvir ettiği özel motifine odaklanıyor. Bu üç eser, 17. yüzyıl Hollanda’sında resim alımında kadınların oynadığı büyük rolü de gözler önüne seriyor. Bu tabloların ikisi, sanatçının eşi Catherine Bolnes’in en sevdiği eserler arasındaydı ve Vermeer’in ölümünden sonra bile onları elinde tutmaya çalışmıştı.
Sergideki üç tablo, detaylar ve farklılıklar açısından derinlemesine incelenmeye davet ediyor:
- “The Love Letter” (c. 1669–70): Rijksmuseum’dan gelen bu tabloda, kadın bir sittern çalarken (aşkla ilişkilendirilen bir enstrüman) yakalanmış. Hizmetçi, endişeli görünen işvereni karşısında kalçasında bir eliyle gülümsüyor.
- “Mistress and Maid” (c. 1664–67): The Frick’e ait bu eserde, kadın bir mektup yazarken hizmetçi ona başka bir mektup uzatıyor. Bu durum, kadının çenesini eline götürerek şaşkınlık içinde düşünmesini sağlıyor.
- “Woman Writing a Letter with Her Maid” (c. 1670–72): Bu tabloda ise, kadın aktif olarak mektup yazarken, hizmetçi pencereden dışarı bakarak nadir bir içsellik anı yaşıyor. Bu, Vermeer’in kadın karakterlerine verdiği derinliğin bir göstergesi.
Vermeer’in, izleyiciyi resmin içine yerleştirme konusundaki ustalığı, serginin dikkat çeken diğer bir yönü. “The Love Letter” tablosunda, sanki yan taraftaki karanlık bir odadan bakıyormuşuz gibi bir etki yaratılıyor. “Mistress and Maid” ise bizi doğrudan masanın yanına oturtuyor, ancak figürlerin hatları adeta arka planla birleşiyor. “Woman Writing a Letter” ise bizi daha derin bir mekana davet ediyor ve masanın önünde duran boş bir sandalye, Vermeer’in varlığını hissettiriyor.
Sergi, resimlerin arka planındaki tablolar, ışığın farklı etkileri, jestler ve canlı gibi duran tekstil detayları gibi daha birçok detayı barındırıyor. Serginin küçük ölçeği, tıpkı İkinci Dünya Savaşı sırasında tek bir tabloyu sergileyen Londra’daki National Gallery gibi, sanatla yeniden ilişki kurmamız için bize özel bir fırsat sunuyor. Bu, sadece bir sergi değil, aynı zamanda bakmayı yeniden öğrenme daveti.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak