Grace Lee’nin Huxley-Parlour’daki ikinci kişisel sergisi Love and Theft, arşivin temsili gücü ile duygusal kırılganlık arasında dikkatle örülmüş bir görsel alan sundu bize. Küçük ölçekli resimlerden oluşan bu yeni seri, kayıp, kontrol ve yeniden sahiplenme gibi kavramları dijital çağın arşivsel refleksleri üzerinden düşündürüyor.
Sergideki her bir parça, görsel hafızanın bir araya getirildiği derme çatma kutular gibi: eski film afişlerinden, el kitaplarından, reklamlardan ya da dijital ortamda toplanmış rastgele fotoğraflardan kesilip çıkarılan imajlar; Grace Lee’nin fırçasında yeniden düzenlenmiş, sadeleştirilmiş, hatta zaman zaman neredeyse bir gölgeye dönüşmüş. Figüratif ama bir o kadar da eksiltilmiş bu görüntüler, anlatı kurmaktan ziyade izleyiciyi ipuçlarıyla dolu bir iç dünya içinde bırakıyor.
Lee’nin resimlerinde, arşivin soğuk nesnelliğiyle kişisel bir güncenin iç içe geçmesi söz konusu. Görseller ne tamamen anonim ne de tam anlamıyla tanıdık; bir anlamda bu çalışmalar, dijital çağın görsel kaosu içinde bireysel hafızaya yer açmaya çalışıyor. Hannah Turner’ın Cataloguing Culture kitabında eleştirdiği “nesnelliğin gücü” fikrine karşı duran Lee, belirsizlikleri, silik yüzeyleri ve gölgeleri öne çıkarıyor. Bu durum, eserleri hem kavramsal hem de duygusal olarak içe dönük bir tonda sabitliyor.
Serginin giriş ve çıkışında karşılaştığımız iki sinematik tablo ise tüm deneyimi çerçeveleyen birer eşik görevi görüyor: farklı tekniklerle yapılmış ama tematik olarak birbiriyle konuşan iki elde karıştırılan arşiv imgesi, insanın sahip olma, düzenleme, hatta bazen çalma arzusuna doğrudan atıf yapıyor. Arşivci Jenn Shapland’ın “Finders Keepers” adlı denemesinde söylediği gibi:
“Edin, topla, çal, ilet, koru, sakla, depola, kutula, tut ama asla tutamazsın.”
Grace Lee’nin Love and Theft sergisi, yalnızca imgeye değil; bakışa, saklamaya, yitirmeye ve yeniden kurmaya dair sezgisel bir önerme olarak yer etti hafızamızda. Küçük boyutlu işleriyle büyük kavramlara sessizce eğilen bu sergi, arşivin arka planında duygunun yerini sorunsallaştıran nadir anlatımlardan biriydi.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak