Sanat tarihinin en etkileyici ustaları ile onları taklit eden yetenekli forger’lar (sahte eser üreticileri) arasındaki yarış, 21. yüzyılda yeni bir cepheye taşınıyor: DNA izleri ve biyolojik kalıntılar.
Her yıl milyonlarca dolar dönen sanat piyasasında, yeni keşfedilen bir Rembrandt ya da Monet eseri her zaman sansasyon yaratır. Ancak bu keşiflerin ardında giderek daha fazla soru işareti beliriyor. Gerçek mi? Yoksa usta bir sahtecinin işi mi?
Bir Eserin İçinde Gizli Hayat: Biyom Profilleri
Bilim insanları ve sanat tarihçileri, geleneksel yöntemlerin ötesine geçerek eserlere dokunan, onlarla aynı ortamda bulunan canlıların izlerini taşıyan “biyom profilleri”ne yöneliyor. Bu biyolojik imzalar; bakteriler, hayvan tüyleri, insan derisi hücreleri ve hatta sanatçının DNA’sına kadar uzanabiliyor.
Leonardo da Vinci DNA Projesi kapsamında yürütülen çalışmalarda, bir sanat eserinin üzerinde bulunan biyolojik materyaller analiz edilerek, sanatçının biyolojik kimliğiyle eşleştirme yapılabiliyor. Hedef: Bir eseri sadece teknik analizlerle değil, biyolojik düzeyde de kimliklendirmek.
Sanat sahteciliği yeni değil. Eski Yunan’dan bu yana ustalar taklit edilmiş, okullar “kopyalama sanatı”nı öğretmiş. Ancak sahte eser üretimi, özellikle koleksiyoner piyasasının büyümesiyle birlikte daha da profesyonelleşti.
Örneğin, 15 yıl boyunca New York merkezli Knoedler Gallery, aralarında Rothko ve Pollock gibi isimlerin de bulunduğu 40’tan fazla sahte tablo sattı. Tüm bu eserler, Çinli ressam Pei-Shen Qian’ın Queens’teki küçük atölyesinden çıkmış olabilir. Qian yargılanmadan Çin’e kaçtı.
Benzer şekilde, Amerikalı forger Mark Landis, 20 eyaletteki 46 müzeye “bağış” adı altında sahte eserler verdi. İlginç bir şekilde Landis, işini maddi kazanç için değil, “hayırseverlik” için yaptığını savunuyor.
Bugün sanat tarihçileri, bir sanatçının kimliğini biyolojik düzeyde doğrulamak için DNA analizine başvuruyor. Ancak işler tersinden de çalışabilir: Eğer sahte eser üretenlerin biyolojik izleri toplanır ve bir veritabanında saklanırsa, herhangi bir tablonun üzerindeki bu izler doğrudan bir sahteciliği işaret edebilir.
Bu yöntem yalnızca DNA’ya indirgenmiyor. Eserin tarihçesi (provenance), kullanılan boyaların karbon tarihlemesi, yapım teknikleri, yapay zekâ destekli analizler gibi birçok modern yöntemle birlikte çalışıyor. Ancak DNA, tüm bu araçlar içinde en çarpıcı olanı olabilir.
Büyük sanatçıların DNA’ları halka açık genom bankalarına eklendiğinde, bu bilgi yanlış ellere geçerse ne olur? Bir forger, bu DNA’nın sentetik versiyonunu üreterek sahte eserlere “damlatabilir mi”? Bilim insanları bu riski azaltmak için DNA dizilerinin tamamını yayımlamama veya kasıtlı olarak küçük bir bölümü yanıltıcı şekilde değiştirme gibi önlemler üzerinde çalışıyor.
Apartman No:26 Yorumu: Sanat Eserleri Yaşıyor mu?
Tüm bu gelişmeler, bize sanatın yalnızca estetik değil; aynı zamanda biyolojik ve tarihsel bir canlılık taşıdığını hatırlatıyor. Her fırça darbesi, her doku, aslında yaşayan bir belleğin parçası olabilir. Gelecekte DNA test kitlerinin cep telefonu kadar yaygınlaştığı bir dünyada, belki de evinizdeki bir tabloyu tükürük testiyle analiz edebileceksiniz.
Ama asıl soru şu: Bir eserin “gerçek” olması onu değerli kılar mı, yoksa hikâyesi mi?
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak