Akıştasın: Alexandra Palace’tan Finsbury Park’a Gizemli Bir Yürüyüş

Yükleniyor
svg

Alexandra Palace’tan Finsbury Park’a Gizemli Bir Yürüyüş

Mayıs 24, 202524 dk okuma süresi

Yeşil Londra’nın kalbine doğru, David Fathers’ın kaleminden dökülen bir maceraya ne dersiniz? “Yeşil Londra” kitabından ilhamla, Alexandra Palace’dan başlayıp Finsbury Park’a uzanan, yemyeşil bir rotada adeta zamanda yolculuğa çıkıyoruz. Eski bir demiryolu hattının izlerini takip eden bu parkur, şehrin karmaşasından uzak, neredeyse tamamen trafiğe kapalı. Peki, bu 9.6 km’lik eşsiz yolculukta sizi neler mi bekliyor? Kadim bir ormanın gizemli atmosferi, adeta “saray olmayan bir saray”, televizyon tarihinin doğduğu stüdyolar ve hatta tüyler ürperten bir seri katilin geçmişine açılan bir kapı… Hazırsanız, başlayalım!

1. Alexandra Palace: Küllerinden Doğan Halkın Sarayı

Her şey, 1851’de Hyde Park’ta düzenlenen ve sanayileşen dünyanın gövde gösterisine dönüşen Büyük Sergi ile başladı. Bu ihtişamlı etkinlikten ilham alan mimar Owen Jones, 1860’ta Hornsey’nin tepelerinde, Northern Heights’te dev bir sergi merkezi ve eğlence parkı hayalini gerçeğe dönüştürdü. İşte Alexandra Palace, kısmen 1862 Uluslararası Sergisi’nden kalan malzemelerle inşa edilmiş, İtalyan esintili bir yapı olarak böyle doğdu.

Finsbury Park’tan özel olarak çekilen bir demiryolu hattı, Galler Prensesi Alexandra’nın 24 Mayıs 1873’teki açılışına yetiştirildi. Ancak bu görkemli yapının kaderinde talihsizlikler de vardı: Açılışından sadece 16 gün sonra çıkan büyük bir yangınla sarsıldı. Yine de 100.000’den fazla ziyaretçiyi ağırlamayı başarmıştı! Bu muazzam ilgi, sarayın hızla onarılıp iki yıl sonra yeniden kapılarını açmasını sağladı.

Zamanla “Ally Pally” ya da “Halkın Sarayı” olarak anılacak bu devasa yapı, üç hektarlık bir alana yayılıyor; içinde dev bir salon, konser odası, restoran ve tiyatro barındırıyordu. 90 hektarlık Alexandra Park ise bir zamanlar hipodroma, kriket sahasına ve kayıkla gezilebilen bir gölete ev sahipliği yapıyordu; hatta dillere destan havai fişek ve sıcak hava balonu gösterileriyle ünlenmişti. Ne var ki, tüm bu cazibesine rağmen saray ve park mali açıdan bir türlü dikiş tutturamadı ve 1901’de yerel yönetimin idaresine geçti. 1980’den beri ise Alexandra Park ve Palace Charitable Trust tarafından yönetiliyor; Haringey Belediyesi de tek mütevelli olarak görev yapıyor.

Sarayın duvarları nelere tanıklık etmedi ki… Birinci Dünya Savaşı’nda Belçikalı mültecilere (Büyük Salon’a 1.000 yatak kurulmuştu!) kucak açtı, 1915’te ise Alman savaş esirleri için bir toplama kampına dönüştü. 1980’de ikinci bir büyük yangınla sarsılsa da, yine küllerinden doğmayı başardı ve sekiz yıl sonra, göz alıcı bir buz pateni pisti eklenerek yeniden hizmete girdi. Büyük Salon bugün hala dünyaca ünlü müzik konserlerine, uluslararası dart turnuvalarına, bira festivallerine ve sergilere ev sahipliği yapıyor. 7.000’den fazla ağacı kucaklayan parkta ise çocuklar için zip-line, dev kuğu pedallı teknelerle dolu bir gölet, mini golf sahası ve bir çiftçi pazarı bulunuyor. Güney Teras’tan Londra’nın nefes kesen manzarasına bakmayı ise sakın unutmayın!

2. Dünyanın İlk Televizyon Yayını: Sihirli Kutu Burada Doğdu!

Tarih 1935. BBC, Alexandra Palace’ın Doğu Avlusu’na gözünü diker ve burayı sihirli kutunun doğacağı iki televizyon stüdyosuna dönüştürür. Eski yemek odaları, deneysel TV stüdyoları olarak yeniden hayat bulur. BBC, dünyanın ilk düzenli “yüksek çözünürlüklü” televizyon yayınını hangi sistemle yapacağını belirlemek için iki rakip teknolojiyi burada kıyasıya bir teste tabi tuttu. Bu tarihi yarışın galibi, Marconi-EMI’den Sir Isaac Shoenberg ve ekibi oldu. 2 Kasım 1936’da, Alexandra Palace’tan “Here’s Looking at You” adlı performansla dünya televizyon tarihinin ilk düzenli “yüksek çözünürlüklü” yayını yapıldı. Verici, binanın çatısındaydı ve tüm ilk yayınlar canlıydı! Hatta Aralık 1936’da Kral VI. George’un taç giyme töreninin canlı yayını, Hyde Park’tan Alexandra Palace stüdyolarına çekilen özel bir kablo sayesinde mümkün olmuştu.

BBC’nin çocuklara yönelik ilk programı olan “Burada Çocuklar” da 1946’da yine bu stüdyolardan minik izleyicileriyle buluştu. Program, hem çocukların hem de ebeveynlerin gözdesi haline geldi ve “tahtı çocuklar için eğlenceli bir arkadaş” olacağını vaat ediyordu. BBC haberleri ise 1969’a kadar buradan yayınlanmaya devam etti.

3. Alexandra Palace Tiyatrosu: Alkışlarla Dolu Bir Geçmiş

Alexandra Palace’ın görkemli planlarının bir parçası olan tiyatro, 1875’te kapılarını açtığında, 3.000 seyirciye en son Viktorya dönemi teknolojisiyle donatılmış bir sahnede oyunlar ve müzikaller sunuyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda sessizliğe bürünen tiyatro, ancak 1922’de yeniden canlanabildi. Savaş sonrası dönemin yöneticilerinden biri de ünlü sahne ve sinema yıldızı Gracie Fields’ın ilk eşi Archie Pitt’ti.

Hatta Gracie Fields’ın en ünlü yapımlarından biri olan “The Show’s The Thing”, prömiyerini bu sahnede yaptıktan sonra West End’in yolunu tutacaktı. Tüm bunlara rağmen, tiyatro beklenen ilgiyi bir türlü yakalayamadı ve 1935’te kapandı. Kısa bir süre sonra BBC tarafından devralınıp depo olarak kullanıldı.

Ancak kader ağlarını ördü ve tiyatro tam seksen yıl boyunca kaderine terk edildi, büyük hasar gördü. Ta ki Miras Loto Fonu ve Haringey Belediyesi’nin mali desteğiyle titiz bir restorasyon sürecinden geçip, 2018’de yeniden o büyülü atmosferine kavuşana dek!

4. Muswell Hill’in Korkunç Sırrı: Bir Seri Katilin Evi

Takvimler 1983’ün başlarını gösterirken, Cranley Gardens 23 numarada sıradan bir tesisat sorunu gibi başlayan olay, Londra’yı sarsacak bir dehşeti gün yüzüne çıkaracaktı. Birkaç kiracının tıkanan bir giderden şikayet etmesi üzerine çağrılan tesisatçı, sorunun kaynağını araştırdığında kan donduran bir gerçekle karşılaştı. Tıkanan borudan çıkanlar ise insan kalıntılarıydı! Derhal polis çağrıldı ve adli tıp incelemesi, bunların genç bir erkeğe ait olduğunu ortaya koydu.

Şüpheler en üst kat sakini, bir kamu görevlisi olan Dennis Nilsen üzerinde yoğunlaştı. Sorguya çekildiğinde ise soğukkanlılıkla cinayetleri itiraf etti. Sadece bu adreste en az iki kişiyi değil, Cricklewood’daki bir önceki evinde de dokuz kişiyi öldürdüğünü söyledi.

Nilsen’in kurbanları genellikle genç, evsiz ve eşcinsel erkeklerdi. Onları evine yemek ve alkol vaadiyle davet ediyor, sarhoş ettikten sonra genellikle boğarak öldürüyor, ardından da banyoda boğuyordu. Cricklewood’daki evinde cesetleri döşeme tahtalarının altına gömüp sonra da bahçede yakıyordu. Cranley Gardens’taki üst kat dairesinde ise bahçeye erişimi olmadığından, kurbanlarını parçalara ayırıyor, kaynatıyor ve küçük kemikleri tuvalete atıyordu – ta ki o meşum tıkanıklığa kadar.

Nilsen, Old Bailey’de yargılandı, suçlu bulundu ve ömür boyu hapse mahkum edildi. Bu ceza daha sonra tek tip yaşam cezasına çevrildi. 2018’de hapishanede hayatını kaybetti.

5. Highgate Ormanı: Şehrin Ortasında Bir Vaha

Bir zamanların Gravelpit Ormanı, bugünün Highgate Ormanı… Eski Middlesex Ormanı’ndan günümüze kalan 28 hektarlık bu yemyeşil parça, Muswell Hill Yolu ve A1 gibi işlek yollarla çevrili olmasına rağmen, yürüyüşçüler için adeta huzurlu bir sığınak. Düşünün ki bu huzurlu sığınak, bir zamanlar Londra Piskoposlarının geyik avladığı bir alandı! 16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar ise ağaçları kesilip odun olarak satılıyordu.

Burada, ağaçların kesilerek küçük boşluklar yaratılmasıyla yeni filizlerin büyümesi teşvik edilirdi. Meşe ve gürgen gibi ağaçlar hala Highgate Ormanı’nda bolca bulunur ve bu kadim geleneğin izlerini taşır.

Ormanda yapılan kazılarda, M.Ö. 50 ile M.S. 100 arasına tarihlenen Romano-Briton dönemine ait çömlek ve ocak kalıntılarına rastlanmış. Orman boyunca uzanan ve “ağaç bankası” (ya da toprak set) olarak adlandırılan yapının kalıntıları hala görülebilir. Bir tarafında hendek bulunan ve üzerine çalılar ekilmiş bu alçak toprak duvarın, ormanın taze filizlerini geyiklerin iştahından korumak için yapıldığı düşünülüyor.

1873’te ormanın etrafına demiryolu inşa edilince, yerel halk bu yeşil alanın da yapılaşmaya kurban gitmesinden endişe etti. Yoğun bir kampanya sonucunda, 1886’da Eklektik Komisyonlar ormanı halka açılmak üzere devretti. O zamandan beri Biyoçeşitlilik Koruma Planı ile koruma altında. Hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında futbol sahası, düşman uçaklarına karşı kullanılan baraj balonlarına ev sahipliği yapmıştı.

6. Peter Sellers: Kahkahaların Efendisinin İzinde

Kahkahaların efendisi, unutulmaz komedyen ve Goon Show yıldızı Peter Sellers (1925–1980) da 1936’dan itibaren dört yılını bu bölgede geçirmiş. Evinin önündeki plaket, bu anıyı yaşatıyor ve yürüyüşünüze küçük bir nostalji katıyor.

7. Queen’s Ormanı: Kraliçe’nin Armağanı

Highgate Ormanı’nın sakin düzlüğünün aksine, Queen’s Ormanı sizi eğimli bir arazide karşılar. Bir zamanlar burası da Middlesex Ormanı’nın bir parçasıydı ve av alanı olarak kullanılıyordu. Meşe ağaçlarıyla dolu bu ormanda, çiftçiler domuzlarını meşe palamuduyla beslemek için Londra Piskoposu’na ücret öderdi. Ormanın eski adı ise “Churchyard Bottom Wood” (Kilise Bahçesi Dibi Korusu) idi. 19. yüzyılda Londra hızla genişlerken, Eklektik Komisyonlar bu değerli ormanı da konut yapımı için satmayı düşündü. Ancak yine yerel halk direndi ve yerel yönetimin ormanı satın alarak herkesin kullanımına açmasını sağladı. Orman 1898’de halka açıldı ve o yıl Kraliçe Victoria’nın Altın Jübile onuruna “Queen’s Ormanı” adını aldı. Ormanın içinden geçen bir dere, yağışlı dönemlerde doğuya doğru akarak birkaç başka dereyle birleşip Moselle Nehri’ni oluşturur. Moselle isminin ise, ilginç bir şekilde Muswell (Hill) ya da “Mossy Well” (Yosunlu Kuyu) kelimelerinden türediği düşünülüyor.

8. “Amca” Adolf: Priory Gardens’ın Şaşırtıcı Sakinleri

Yıl 1930. Priory Gardens 26 numaraya yeni bir anne-oğul taşınır. Anne, 16 yıl önce eşi tarafından terk edilmiştir. Bu durum zaten mahallede fısıltılara neden olmuşken, asıl şok ailenin soyadının “Hitler” olduğunun öğrenilmesiyle yaşanır. Bridget Dowling, 1910’da Londra’da Adolf Hitler’in üvey kardeşi Alois ile evlenmiş, bir yıl sonra da William adını verdikleri oğulları dünyaya gelmişti.

Adolf Hitler’in Almanya’da iktidara yürüdüğü o karanlık yıllarda, Alois üvey kardeşiyle yeniden temas kurar. Bu sırada Willy, 1933’te Almanya’ya babasının yanına gider ve aile adı sayesinde iş bulmayı başarır. Ancak savaş rüzgarları esmeye başlayınca, Willy 1939’da Priory Gardens’a geri döner. Aynı yıl, Willy ve annesi, Hitler ailesiyle yaşadıklarını anlatacakları bir konferans turu için Amerika’ya davet edilirler.

İkinci Dünya Savaşı patlak verince Amerika’da mahsur kalan Willy, Amerikan vatandaşlığına geçer ve kaderin bir cilvesi olarak ABD Donanması’na katılarak Nazilere karşı savaşır!

9. Yarasa Mağaraları: Gecenin Kanatlı Bekçileri

Parkland Walk’a Holmesdale Yolu’ndan indiğinizde, eğimin hemen bitiminde solunuzda sizi eski demiryolu tünelleri karşılayacak. İşte burası yarasa meraklıları için gizemli bir durak! Artık insanlara kapalı olan bu tüneller, pipistrell, Daubenton ve Natterer gibi tam yedi farklı yarasa türü için güvenli bir sığınak. Parkland Walk, yarasalar için doğal bir beslenme ve dinlenme alanı sunarken, Finsbury Park, Highgate ve Queen’s Ormanı gibi komşu yeşil alanlar da burayla bağlantılı zengin yarasa popülasyonlarına ev sahipliği yapıyor. Birçok yarasa ağaç kovuklarında, köprülerin altında ve insanlar tarafından yerleştirilen yarasa kutularında dinleniyor.

10. Parkland Walk: Terk Edilmiş Raylardan Doğan Doğa Harikası

Ve işte rotamızın bel kemiği: Parkland Walk! Burası, terk edilmiş bir demiryolu hattının kaderi üzerine uzun tartışmalar ve kampanyalar sonucu 1984’te halka açılmış bir doğa harikası. Edgware, Highgate ve Londra Demiryolu 1867’de açılmış, Alexandra Palace’a giden kolu ise beş yıl sonra hizmete girmişti.

Bir zamanlar, 1930’larda bu hattı elektriklendirip Londra Metrosu’na (Yeraltı Ağı) dahil etme hayalleri vardı. Proje kısmen hayata geçirilmiş, Highgate’den Barnet’e kadar olan hat elektriklendirilmişti. Ancak 1939’da savaşın patlak vermesi tüm planları altüst etti. Edgware’e giden hat sadece Mill Hill East’e kadar modernize edilebildi ve hala Northern Hattı’nın bir kolu olarak hizmet veriyor. Alexandra Palace’a giden tren seferleri ise 1954’te son buldu, ancak hat 1964’e kadar yük trenleri tarafından kullanılmaya devam etti ve 1971’de raylar tamamen söküldü.

Hattın yeni sahibi Haringey Belediyesi’nin ilk planı, buraya konut inşa etmekti. Ancak halkın yoğun tepkisi ve kampanyaları, bu eşsiz koridorun bir yürüyüş yoluna dönüştürülmesi önerisinin kabul edilmesini sağladı. Yeni girişler yapıldı ve yol yeniden düzenlendi.

Parkland Walk 1984’te açıldığında, 2.7 km uzunluğuyla Londra’nın en uzun doğa rezervi unvanını kazandı. Yıllar içinde setler, yarmalar ve çimenlik alanlar, birbirinden farklı bitki ve hayvan türlerinin bir araya geldiği bir yaşam alanına dönüştü; burada 20’den fazla kelebek türü kaydedildi! Bugün Parkland Walk, Kuzey Londra’nın en sevilen yeşil kaçış noktalarından biri (hatta New York’taki ünlü High Line ile kıyaslanır) ve aynı zamanda Capital Ring yürüyüş rotasının da önemli bir parçası.

11. Crouch End Hill İstasyonu: Zamanın Durduğu Platformlar

Parkland Walk’un Crouch End Hill ile buluştuğu noktada, gözlerinizi dört açın! Çünkü eski istasyon platformları, zamanın ve bitki örtüsünün ardına gizlenmiş olsa da hala orada sizi bekliyor. Biraz dikkatle, geçmişin hayalet istasyonunu fark edebilirsiniz.

12. The Spriggan: Kemerin Gizemli Bekçisi

Yürüyüşünüzde karşınıza çıkacak en ilginç sürprizlerden biri de demiryolu kemerinin tepesine tünemiş “The Spriggan” heykeli. 1993’te Marilyn Collins tarafından yaratılan bu figür hakkında çeşitli efsaneler dolaşır. Kimileri onun 1970’ler ve 80’lerde eski demiryolu hattında gezindiği söylenen efsanevi bir keçi-adam yaratığı olduğuna inanır. Ancak sanatçı Marilyn Collins, eserinin aslında permakültürün, yani kendine yeten ve sürdürülebilir tarım sistemlerinin bir kutlaması olduğunu belirtiyor. Bu konu üzerine Birleşik Krallık’taki ilk konuşmayı Crouch End’de Avustralyalı çevreci Bill Mollison yapmıştı.

13. The Spriggan: Kemerin Gizemli Bekçisi ve Fısıldanan Efsaneler

Yürüyüşünüz sırasında demiryolu kemerinin tepesine dikkatle bakın! Orada, adeta bulunduğu yerin gizemli bekçisi kesilmiş, 1993’te Marilyn Collins tarafından yaratılan “The Spriggan” adlı bir heykel sizi selamlayacak. Bu esrarengiz figür hakkında kulaktan kulağa yayılan nice hikâye var. Kimilerine göre Spriggan, 1970’lerde ve 1980’lerde bu terk edilmiş demiryolu hattında, özellikle geceleri ortaya çıktığı fısıldanan, efsanevi bir keçi-adam suretinde tekinsiz bir varlıktı.

Peki, bu tüyler ürperten efsanenin ardındaki gerçek ne? Sanatçı Marilyn Collins, Spriggan’ın aslında çok daha derin ve barışçıl bir anlam taşıdığını bizlere fısıldıyor. Bu heykel, toprağa ve doğaya saygının, kendine yeterli ve sürdürülebilir bir yaşam biçimi olan permakültür felsefesinin sanatsal bir kutlaması, adeta taştan bir manifestosu. Ne ilginçtir ki, permakültür kavramının Birleşik Krallık’taki ilk tohumları da hemen yanı başınızdaki Crouch End’de, Avustralyalı çevreci Bill Mollison’ın yaptığı o tarihi ve ufuk açıcı konuşmayla atılmıştı. Böylece Spriggan, hem yerel bir efsaneye hem de küresel bir çevre bilincine göz kırpıyor.

14. The Blockhouse: Yarım Kalan Bir Hayalden Topluluk Merkezine

Yolun sağında, ahşap bir rampayla inilen bir yapı göreceksiniz: The Blockhouse. Bu yapı, aslında Finsbury Park’tan Edgware’e uzanacak demiryolu hattının elektriklendirilmesi için bir enerji anahtar istasyonu olarak tasarlanmıştı. Ancak bu iddialı proje hiçbir zaman tamamlanamadı ve yapı, bugün bir eğitim ve dans tesisi olarak kullanılan bir topluluk merkezi haline getirildi.


Bu keyifli yürüyüşün rotası, David Fathers’ın “Yeşil Londra” (Green London) adlı kitabından alındı. Kitap, Londra’nın gizli kalmış yeşil hazinelerini ve patikalarını keşfetmek isteyenler için Conway tarafından yayınlanmış 13 farklı yürüyüş rotası sunuyor. Belki de bir sonraki maceranız bu sayfalarda gizlidir?

Bu haber adada kalmaya devam etsin mi?

0 People voted this article. 0 Upvotes - 0 Downvotes.
svg

Aklında bir şey mi var?

Yorumları göster / Yorum bırak

Cevap ver

Yükleniyor
svg