
Gümüşsuyu’nun tarih kokan yokuşlarından aşağı, Anna Laudel’in kapısına vardığımızda bizi sadece bir sergi değil, yüzyıllık bir yankı karşılıyor. Apartman No: 26’nın bu haftaki İstanbul rotasında; geçmişle bugünün, toplumsal krizlerle bireysel dışavurumların iç içe geçtiği, Marcus Graf küratörlüğündeki “Cabinet 05/25: Expressionism and New Objectivity Then and Now” var.
Sergiye adım attığınızda sizi karşılayan çarpık desenler ve canlı renklerle bezeli duvarlar, sıradan bir galeri düzeninden çok daha fazlasını vaat ediyor. İlhamını 1920 yapımı sessiz film klasiği “Dr. Caligari’nin Muayenehanesi” nden alan bu enstalasyon tasarımı, izleyiciyi adeta sürreal ve tekinsiz bir tiyatro sahnesinin içine çekiyor. Bu kabine, sadece eserleri koruyan bir oda değil; kriz zamanlarının sanatla nasıl belgelendiğini gösteren bir hafıza mekânı.
“Cabinet 05/25”, 20. yüzyılın başında Almanya’nın çalkantılı dönemine ayna tutan Otto Dix, George Grosz, Max Beckmann ve Conrad Felixmüller gibi devlerin desenlerini ve baskılarını; bugünün Türkiye sanat sahnesinin güçlü sesleriyle yan yana getiriyor:
Geçmişin Keskinliği: Alman Dışavurumculuğu’nun o duygu yüklü tavrı ve Yeni Nesnellik (New Objectivity) akımının ödünzsüz toplumsal eleştirisi, savaş sonrası Avrupa’nın sancılarını tüm çıplaklığıyla seriyor önümüze.
Bugünün Yankısı: Mehmet Güleryüz’ün zamansız figürleri, Ali Elmacı’nın grotesk eleştirileri, Ardan Özmenoğlu ve Erinç Seymen gibi isimlerin kimlik ve temsil üzerine kurdukları modern anlatılar; yüzyıl öncesinin o sert gerçekçiliğiyle bugünün karmaşası arasında görünmez ama sarsılmaz bir köprü kuruyor.
Sergi, kimlikten politikaya, toplumsal cinsiyetten temsile kadar uzanan tartışmaların aslında ne kadar eskimez olduğunu, sanatçıların krizlere verdiği tepkilerin zamansızlığını hissettiriyor.
Konum: Anna Laudel İstanbul, Gümüşsuyu.
Tarih: 11 Ocak 2026 tarihine kadar devam ediyor.
Anna Laudel’in o sürükleyici atmosferine sığınmak; Max Beckmann’ın karanlık çizgilerinden Ardan Özmenoğlu’nun renkli dünyasına bir yolculuk yapmak zihni uyandıran bir kış hediyesi gibi. İstanbul’un kaosuyla 1920’lerin Berlin’i arasındaki o garip benzerliği keşfetmek için bundan daha iyi bir durak olamazdı.






