Londra’nın yaz güneşiyle parlayan, gençliğin coşkusuyla akan ve görünmeyeni zarifçe hissettiren bir film: Last Swim (2024). Sasha Nathwani’nin ilk uzun metrajı olan bu yapım, yalnızca bir gençlik filmi değil; aynı zamanda büyümenin, kabullenmenin ve yaşamın geçiciliğini fark etmenin incelikli bir portresi. İran asıllı İngiliz yönetmen Nathwani, gençlikten gelen enerjiyi kişisel bir hafızayla birleştiriyor ve karşımıza duygusal yoğunluğu yüksek, sinematografik anlamda etkileyici bir anlatı çıkarıyor.
Filmin merkezinde Ziba var. Deba Hekmat’ın sade ama sarsıcı bir zarafetle canlandırdığı bu genç kadın, A-level sonuçlarının açıklandığı gün, arkadaşlarıyla Londra sokaklarında özgürlüğün tadını çıkarma planları yapar. Ancak bu kutlama gününün arka planında, Ziba’nın taşıdığı büyük bir sır vardır: hayatını temelden sarsacak bir hastalık. Filmin akışı boyunca bu sırrın ağırlığı, seyirciye gözyaşı döktürmeden ama içten içe titreterek hissettirilir. Ziba’nın annesi Mona’yla (Narges Rashidi) olan ilişkisi, filmde yalnızca bir yan hikâye değil; filmin ruhunu taşıyan bir damar. Aralarındaki bağ, göçmenlik deneyiminin kuşaklararası aktarımı kadar, kadınlar arasındaki sessiz ama güçlü dayanışmayı da işaret eder.
Londra’nın yalnızca bir arka plan değil, adeta yaşayan bir karakter olarak yer aldığı bu film, şehrin çok katmanlı yapısını gençlik enerjisiyle harmanlıyor. Ziba’nın arkadaşlarıyla geçirdiği bir gün boyunca Primrose Hill’den Belsize Park’a, metro hatlarından gökyüzüne kadar uzanan bu yolculuk, sadece fiziksel değil; içsel bir yüzleşmeyi de simgeliyor. Görüntü yönetmeni Olan Collardy’nin kamerası, şehrin ritmini ve karakterlerin duygularını iç içe geçirerek bir görsel şiir yaratıyor.
“Last Swim”, 2024 Berlin Film Festivali’nde Generation 14plus bölümünün açılış filmi olarak seçildi ve burada Crystal Bear ile AG Kino – Gilde Vision 14plus ödüllerini kazandı. Nathwani’nin bu ilk filmi, festival yolculuğunda Gijon’dan BFI Londra’ya, Ghent’ten Santa Barbara’ya uzanan bir başarı haritası çizdi. Ancak bu başarılar yalnızca ödüllerle sınırlı değil. Film, genç izleyiciler başta olmak üzere birçok kişi için bir ayna, bir teselli ve bir hatırlatma niteliği taşıyor: bazen en neşeli günlerde bile içimizde taşıdığımız fırtınalar vardır.
Senaryosu Nathwani ve Helen Simmons tarafından yazılan film, melodramdan uzak, hafif dokunuşlarla örülmüş bir gerçeklik sunuyor. Ziba’nın yaşadığı içsel kriz; hayalleri, hastalığı, ve yalnızlığı, onunla birlikte yürürken bizim de içimize işliyor. Nathwani’nin müzik kliplerinden gelen görsel sezgisiyle harmanladığı bu anlatım, Federico Albanese’nin müzikleriyle derinleşiyor.
“Last Swim”, sadece gençliğe değil, aynı zamanda göçmenliğe, çok kimlikliliğe, annelikle kurulan sessiz ittifaklara, ölümle yüzleşmeye ve en önemlisi hayatın o son bir gününe dair bir ağıt. Ama bu ağıt, karamsar değil; aksine güneşin altında yüzmek gibi: göz alıcı, serinletici ve geçici. Sasha Nathwani, bu filmle yalnızca bir yönetmen olarak değil, aynı zamanda çağının gençliğini anlayan ve onları samimiyetle anlatabilen bir hikâye anlatıcısı olarak öne çıkıyor. Deba Hekmat ise, Ziba karakteriyle yalnızca bir performans değil, unutulmayacak bir varoluş bırakıyor perdede.
No:26 sinemasının ruhuna uygun şekilde; bağımsız yapımın özgür sesi, kültürel çoğulluğun zarafeti ve gençliğin kırılgan güzelliğiyle şekillenen Last Swim, izleyicisini Londra sokaklarında bir gün boyunca yüzmeye davet ediyor. Derinliklerinde gizli bir karanlık barındıran bu yüzüş, aynı zamanda hayatı kucaklamanın, kabullenmenin ve kendinle barışmanın en naif hali.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak