
Tayvan’ın sisli ama dirençli tarihsel dokusunun ortasında, Taipei Güzel Sanatlar Müzesi (TFAM), bu yıl sınırları ve dilleri aşan evrensel bir dürtünün peşine düşüyor: “Özlem”. Apartman No: 26’nın bu haftaki küresel durağında, 1 Kasım 2025’te kapılarını açan ve 29 Mart 2026 tarihine kadar sürecek olan 14. Taipei Bienali var.
Küratörlüğünü Sam Bardaouil ve Till Fellrath’ın üstlendiği “Whispers on the Horizon” başlıklı bu edisyon, özlemi sadece bir nostalji değil; yaşama tutunmamızı sağlayan, eksik kalan ve asla tam olarak ulaşılamayan o “bitmemişlik” hali olarak kurguluyor.
Özlem, yaşamanın doğal bir sonucudur; en derin atomik düzeyde arzular, uzun süreli hasretler ve dileklerle dünyaya demirleniriz. Taipei Bienali 2025, bu evrensel gerçeği küratoryal merkezine koyarak; 35 şehirden 54 sanatçının (edisyonun bütününde 72 sanatçı yer alıyor) gözünden bizi günümüzün parçalanmış zamanlarını yeniden hayal etmeye çağırıyor.
Serginin kavramsal temeli, Tayvan edebiyatı ve sinemasından ödünç alınan ama müzede fiziksel olarak bulunmayan üç imgeye dayanıyor: Hou Hsiao-Hsien’in The Puppetmaster filmindeki bir kukla, Chen Yingzhen’in öyküsündeki bir günlük ve Wu Ming-Yi’nin romanındaki çalıntı bir bisiklet. Bu nesneler sergide yer almasa da; kukla “sürekliliği”, günlük “içselliği” ve bisiklet “arayışı” simgeleyerek tüm serginin görünmez mimarisini oluşturuyor.
Birinci katın köşelerinde ve müzenin bahçesinde karşınıza çıkan Ivana Bašić’in eserleri, çocukluktaki çatışma ve kopuş anılarından besleniyor. Sanatçı, “Passion of Pneumatics” ve “Metanoia” gibi heykellerinde nefes alıp verme eylemini somut bir forma dönüştürüyor.
Teknik: Cam, balmumu, bronz ve paslanmaz çeliği bir araya getiren Bašić, ritmik olarak ezilen taşlar ve akciğer hareketini andıran cam kaplarla “aşkınlık” arzusunu fizikselleştiriyor. Bu yarı-organik, yarı-sibernetik formlar, hem bir yabancılık hem de anne şefkati gibi tanıdık bir yumuşaklık hissettiriyor.
Üst katlarda yer alan Hsinchu merkezli sanatçı Ni Hao’nun çalışmaları ise kışkırtıcı bir samimiyet sunuyor. “Sock Series” , izleyiciyi bir ekranın üzerinden başkasının omuzuna bakıyormuşçasına bir röntgencilik deneyimine davet ediyor. Sanatçının satın aldığı fetiş videolarda ayağından çorabını çıkaran figürler, günümüzün sosyal medya ve bilgi akışındaki voyöristik eğilimlerine ince bir alaycı yaklaşım sergiliyor.
Bienal, özlemi sadece modern işlerle değil, müzenin kendi arşivindeki klasik eserlerle kurduğu diyalogla da derinleştiriyor. Shiy De-Jinn’in 1975 tarihli “Uzun Saçlı Genç Adam” tablosu, iki sevgili veya arkadaş arasındaki o asılı kalmış anı, açık bir pencereden sızan bir bakış gibi yeniden canlandırıyor.
Edgar Calel: Guetemala’daki Maya geleneklerinden beslenen “K’obomanik” adlı eserinde, tül perdelerin arkasına saklanmış asılı taşlarla atalarına bir şükran sunuyor.
Monia Ben Hamouda: Tunus’taki aile mezarlığının yolunu izleyen yazıtlı taşları; tarçın, kırmızı biber ve acı biber yığınlarıyla birleştiriyor. Baharat kokuları, kayıp ve kültürel bellek arasındaki bağı duyusal bir şölene dönüştürüyor.
Serginin ana katındaki en etkileyici işlerden biri, Lübnanlı sanatçı Omar Mismar’ın “Still My Eyes Water” adlı kumaş heykelidir. 19. yüzyıldan kalma bir botanik kitabından ilham alan 54 farklı yapay kumaş çiçekten oluşan bu anıtsal buket, Filistin’e özgü türleri tasvir ediyor. Bu eser, işgal ve şiddet altındaki bir coğrafyanın hem yasını hem de hayatta kalma ısrarını simgeleyen evrensel bir “ev” özleminin dökümü gibi.
Taipei Bienali 2025, sadece bir sergi değil; her biri bir “ufuktaki fısıltı” olan 150 eserin oluşturduğu ortak bir yaşam alanı. Tayvan’ın sömürge geçmişinden kimlik arayışına uzanan yerel hikayesi, bu bienal sayesinde küresel bir “ev” ve “gelecek” özlemine dönüşüyor.






