Fotoğraf:Valentina Di Liscia
Fotoğraf:Valentina Di Liscia

Görsel Şölenler: Seramikten Duvar Kağıdına

Aklıma ilk gelenlerden biri, Kyoto’lu Yuka Nishihisamatsu‘nun o hipnotize edici sıralı porselen kaplarıydı. Açılış gecesinde herkesin nasıl da hayranlıkla incelediğini, Swarovski kristal detaylarına takıldığını unutamam. Ya da Viljon Caka‘nın küratörlüğünü yaptığı o yemyeşil duvar kağıtlı odadaki Kosta Rikalı sanatçı Enio Arroyo Gomez‘in resimleri… “The Burden Which We Carry” başlığıyla, Gomez’in kendi nesiller arası şiddet hikayelerini nasıl işlediğini gösteriyordu. Masalsı, mitolojik yaratıklarla dolu çocuk hikayelerini anımsatan o tuvaller, insana tuhaf bir aşinalık hissi veriyordu.

Fotoğraf:Valentina Di Liscia

Kuralları Yıkan Sunumlar

Kesh‘in sunumu başlı başına bir deneyimdi! Gözümün önünden gitmiyor o devasa, dalgalı etek, tamamen baskıları ve çizimleriyle kaplıydı. Celine Cunha ve MooncalfNYC’den Ryan Bock’ın birlikte küratörlüğünü yaptığı bu tür sunumlar, Spring Break’in o isyankar, risk almaktan çekinmeyen ruhunu çok iyi yansıtıyordu. Ryan Bock’ın da dediği gibi, “Burada insanlar sürükleyici olmaya teşvik ediliyor.” Hatta diğer büyük fuarların bile Spring Break’in bu dilini taklit etmeye başladığını söylemişti, sanırım bunda haklıydı.

Fuarın finansal modeli de bir başka akılda kalan detaydı. Victoria Martinotti‘nin bahsettiği gibi, peşin stant ücreti yoktu, sadece iade edilebilir bir depozito ve satışlardan paylaşılan bir oran… Bu model, sanatçılara gerçekten özgürlük tanıyordu. Martinotti’nin kendi eserleri de bunun bir kanıtıydı. O hiperrealist yağlıboya tabloları, onun da bir “sanat tıkanıklığı” döneminden doğmuştu. “Virgin Tempted” (2025) adlı tablosunda, bir kadının tatlılara duyduğu o yasaklı arzuyu, gözleri yukarıya dikmiş bir halde resmetmesi… Martinotti’nin o “istemek ama elde edememek” duygusuyla çalışmayı ne kadar sevdiğini hatırlıyorum.

Fotoğraf:Valentina Di Liscia

Sınırda Bir Deneyim: Aiza Ahmed’in Enstalasyonu

Aiza Ahmed ve Indira A. Abiskaroon‘un “Border Play” adlı enstalasyonu ise zihnimde bambaşka bir yer edindi. Pakistan ve Hindistan arasındaki Attari-Wagah sınırındaki o günlük töreni, tahta kesme asker figürleriyle, kumaş üzerine boyanmış militanlarla, hatta kadife perdelerle çevrili bir video projeksiyon odasıyla anlatıyorlardı. Ahmed, bu “maksimalist, mekana özgü” yaklaşımıyla, o geleneğin “karanlık absürtlüğüne” dokunmuştu. Abiskaroon’un söylediği o cümle ise hâlâ kulaklarımda çınlıyor: “Hangi tarafta olduğunuzu bilmiyorsunuz – bir sınır olup olmadığını bile bilmiyorsunuz.” Bu belirsizlik, işin gücünü artırmıştı.

Fotoğraf:Valentina Di Liscia

Spring Break’in Değişen Yüzü ve Geleceği

Bazı sanatçıların söylediği gibi, Spring Break’in daha “ana akım” bir havaya büründüğü doğru olabilir. Juliane Hundermark‘ın resimlerine hayranlıkla bakan ziyaretçiler, Larson’ın geçici ergenlik evi gibi atmosferler… Belki de bu, potansiyel alıcılar için daha erişilebilir hale gelmesini ve yeni sanatçılar için satış fırsatları yaratmasını sağlıyordu. Açıkçası, o yıl gördüğüm kadarıyla, Spring Break, özgünlüğünden ve sanatsal özgürlüğünden hiçbir şey kaybetmeden büyümeyi başarmıştı. Halen sanat eserlerinin nerede başlayıp nerede bittiğinin belirsiz olduğu, keyifli bir dağınıklık sunan, gerçekten sınırsız bir gösteriydi.

O fuar, sanatın sadece kurallara bağlı kalmak zorunda olmadığını, aksine kuralları yıkarak da parlayabileceğini gösteren güçlü bir anı olarak zihnimde yer etti. Sizde de böyle benzer bir izlenim bıraktı mı?

 

Fotoğraf:Valentina Di Liscia
Fotoğraf:Valentina Di Liscia
Fotoğraf:Valentina Di Liscia
Fotoğraf:Valentina Di Liscia
Fotoğraf:Valentina Di Liscia