
28 Şubat 2026’ya kadar sürecek olan sergi, Koç’un bir kadın, sanatçı, göçmen ve anne olarak katettiği o çokkültürlü yolların sanatsal bir dökümü niteliğinde. Sergi, “analık” kavramını ataerkil normların o dar ve kireçlenmiş kalıplarından çıkarıp; çok katmanlı, çelişkili ve akışkan bir hâl olarak yeniden tanımlıyor.
Koç’un sanatsal dili, “Öz Sevgi”yi sadece bir kabulleniş değil, aynı zamanda toplumsal ve ekolojik kırılmalara karşı estetik bir direniş olarak konumlandırıyor.
Sergi, disiplinlerarası bir geçişkenlikle; kolajdan yağlıboyaya, tekstilden alçı heykele kadar geniş bir yelpazede kendilik arayışını somutlaştırıyor:
Sürreal Kolajlar: Koç’un alametifarikası olan kolaj serisi, androjen figürlerin doğa ve hayvanlar alemiyle kaynaştığı alternatif evrenler sunuyor. Burada cinsiyet rolleri çözülürken, insan “katı kuralları geride bırakan düşünen bir canlı” olarak yeniden imleniyor.
Kanonik Müdahale: Sanatçının yağlıboya çalışmaları, sanat tarihi kanonunun kemikleşmiş yapıtlarını referans alıyor. Ancak Koç, bu klasikleri ince bir mizah ve provokatif jestlerle dönüştürerek, izleyiciyi geleneksel estetiğin sınırlarını sorgulamaya itiyor.
Dokunsal Bellek: Sanatçının küçük oğlundan alınan kum kalıplarla dökülen alçı heykelleri, sergiye oyunbaz ve son derece mahrem bir boyut katıyor. Bu heykeller, yaratıcılık ile bağlılık arasındaki o kopmaz bağı vurguluyor.
Somutlaşan Deneyim: Sleep Deprivation ve Brain Fog gibi içe bakışçı eserler, yaşanmışlığın bedensel ve duygusal yükünü; sanatsal bir öz-bakım (self-care) pratiği olarak dışa vuruyor.
Ekin Su Koç, “Self Love” ile vücut imajı, aidiyet sorgulamaları ve divine feminine temalarını derinleştiriyor. Sergide şefkat ile güç, yaratıcılık ile bakım birbirini dışlamadan, tam tersine birbirini besleyen unsurlar olarak varlık buluyor. Galeri alanı, izleyici için sadece bir sergi mekânı değil; hissetmek, sorgulamak ve yeniden başlamak için kurgulanmış bir güvenli alan vaat ediyor.






