Pop Art’ın büyük ikonlarından, aynı zamanda Emmy ödüllü bir senarist, roman yazarı ve hatta bir dönem profesyonel güreşçi olan Rosalyn Drexler, 3 Eylül 2025’te New York’taki evinde 98 yaşında hayata veda etti. Onu temsil eden Garth Greenan Gallery, bu kaybı teyit etti.
Drexler’in hikâyesi başlı başına bir roman gibiydi. 1960’larda geliştirdiği kendine özgü resim tekniği, onu dönemin en ayrıksı sanatçılarından biri haline getirdi. Afişlerden, dergilerden ve popüler kültürün görsel bombardımanından topladığı imgeleri kâğıt üzerine büyütüyor, tuvale yapıştırıyor, ardından canlı renklerle boyuyordu. Ortaya çıkan işler, hem film afişi kadar net hem de Rorschach testinin rahatsız edici gölgeleri kadar derin bir his uyandırıyordu.
“Love and Violence” (1963) adlı tablosu bunun güçlü bir örneği: Mondrian’ın bloklarıyla birleşen bir film karesi, bir erkeğin eline sıkışmış bir kadının yüzündeki tedirginlikle birleşiyor. Eleştirmen John Yau’nun dediği gibi, Drexler sıradan hayatın banal imgelerini alıyor, onları izleyenin üzerine düşündüğü sanatsal nesnelere dönüştürüyordu.
1926’da Bronx’ta doğan Drexler, çocukluk yıllarında vaudeville gösterilerinden afişlere uzanan görsel dünyada beslendi. 1940’larda ressam Sherman Drexler’le evlendi. Berkeley’de hurda malzemelerden heykeller yaptı, Manhattan’a taşındı ve Hell’s Kitchen’da kadın güreşçilerle antrenman yaparak kendi ring alter egosunu yarattı. Andy Warhol bile onu “Mat Queen” serigrafi serisinde ölümsüzleştirdi. 1972’de yayımlanan, bu deneyimleri romanlaştırdığı “To Smithereens” kitabı ise hem ringin hem sanat dünyasının çarpıcı portresini çiziyordu.
Yalnızca ressam değil, aynı zamanda dokuz romanın ve on oyunun yazarı, dokuz Emmy ödüllü bir senaryo ekibinin üyesiydi. Fakat erkek meslektaşları kadar görünürlük kazanamadı. 1971’de Elaine de Kooning’le yaptığı bir söyleşide, Linda Nochlin’in “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” makalesine atıfla şu sözü tarihe geçti:
“Kadınların Whitney’de eşit sayıda temsil edilmesi gerektiğini söylemeleri saçma değil. Bir yerden başlamak zorundasınız.”
Neyse ki hayatının son dönemlerinde hak ettiği ilgiye kavuştu. 2007’de Pace Wildenstein’de düzenlenen sergiyle yeniden keşfedildi; 2017’deki retrospektifi ise onu Pop Art tarihinin ön sıralarına taşıdı. Bugün eserleri MoMA, Whitney, Hirshhorn ve Walker Art Center gibi dünyanın en prestijli müzelerinde yer alıyor.
Rosalyn Drexler, sanatın yalnızca estetik değil, politik ve kişisel bir ifade biçimi olduğunun kanıtıydı. Kendi sözleriyle:
“Amacım kendimi eğlendirmek, düşündüklerimle dürüst olmak ve yeni şeyler denemekti.”
Apartman No:26 Notu
Rosalyn Drexler’in hayatı bize sanatın sınır tanımaz doğasını hatırlatıyor. Bir kadın sanatçının, güreş ringinden Pop Art tuvaline, senaryo masasından roman sayfalarına uzanan çok yönlü yolculuğu… Onu kaybettik ama bıraktığı eserler, kültürel belleğimizin en parlak, en cesur renklerinden biri olarak yaşamaya devam edecek.