Apple TV+’ın Mick Herron romanlarından uyarlanan dizisi Slow Horses, casusluğun en sıradan, en çürük tarafını anlatırken Londra’yı da bir dekor değil, hikâyenin yaşayan bir parçası haline getiriyor. Beşinci sezonuyla geri dönen dizi, şehri hiç olmadığı kadar açık oynuyor: sokaklar, kafeler, ofisler kendi adlarıyla, kendi dokularıyla perdede.
Merkez, tabii ki Slough House. Casusların sürgün edildiği o harap ofis, ilk sezondan beri aynı yerde, Barbican istasyonunun yanı başında, Aldersgate Street’teki Vecchio Parioli restoranının üzerinde. Bir telefon kulübesinin yanındaki kapalı avludan girilen bu ofis, hem görünür hem görünmez olmayı başaran Londra mimarisinin iyi bir örneği.
Dizi, karakterleri gündelik Londra içinde gezdiriyor. Gary Oldman’ın canlandırdığı Jackson Lamb’in kahvaltısını ettiği Beppe’s Café, Smithfield Market yakınlarında hâlâ aynı tabelasıyla hizmet veriyor. Roddy Ho’nun ofise dans ederek yürüdüğü sahne ise Barbican’ın brutalist komşusu Golden Lane Estate’te çekilmiş. Beton, altın paneller ve tekinsiz köşeler: Londra’nın hem sıradan hem de tuhaf yüzü.
Siyasi gerilim de şehrin gerçek mekânlarına taşınıyor. Belediye başkan adaylarının kapıştığı sahne, Westminster’daki Queen Elizabeth II Conference Centre’da geçiyor. Louisa ile River’ın duygusal konuşması ise Thames kıyısındaki Covid anıtının önünde. Böylece dizi, gerçeği kurmaca ile karıştırarak Londra’yı bir casusluk atmosferine dönüştürüyor.
Slow Horses, beşinci sezonunda mekânı yalnızca bir fon olarak değil, karakterlerin ruhunu açığa çıkaran bir araç olarak kullanıyor. Londra’nın gri gökyüzü, kahve dükkânlarının buğulu camları, kirli sokak köşeleri… Hepsi dizinin tonunu belirleyen ikinci bir oyuncu gibi. İzleyiciye kalan ise, şehrin gündelik akışında casusluğun izlerini sürmek.