Filmler izledikçe sinemadan kopamayacağımı anlamıştım!
Çeşitli internet sitelerinde editörlükle başlayan yolculuğunu üretken yapısıyla kısa film, kitap ve çeşitli dizi-film projeleriyle sürdüren Tuna Yüksel ile hikaye anlatma heyecanını, beslendiği alanları ve gelecek projelerini uzun uzun konuştuk.
-15 yaşında çeşitli internet sitelerinde editörlükle başlayan yolculuğun bugün 28’inde hayalini kurduğun gibi yazarak ve üreterek devam ediyor. Evet, Tutunamayanlar’dan Selim Işık’ın son yaşındasın ve nasıl gidiyor hayat?
Öncelikle Selim Işık ve Tutunamayanlar referansıyla başladığımız için teşekkür ederim, çok mutlu oldum. Biraz karışık gidiyor aslında. Çok şey yaptığım ama bir yandan da görünürde bir şeylerin olmadığı dönemden geçiyorum. Neredeyse üç senedir hiç tatil yapmadan çalıştığım için biraz yorucu da aslında. Yine de çok mutluyum. Yazdığım ve ürettiğim sürece ne olursa olsun kendimi şanslı hissetmeye devam edeceğim, öyle de oluyor sanırım.
–Aslında kısa gibi görünen ama çok fazla çalıştığın ve inşası büyük emek isteyen bir kişisel kariyerin var. Geriye dönüp bakınca ne düşünüyorsun?
Çok teşekkür ederim. Bunu senden duymak çok mutlu etti beni, şarjımın bitmek üzere olduğunu hissettiğim bazı anlarda (ki bir süredir çoğu kez oluyor maalesef bu anlar) önemsediğim ve sevdiğim birinden bunu duymak iyi geliyor, şarj oluyorum adeta. Bu yüzden çok teşekkür ederim, gerçekten.
Aslında içinde olduğum için sanırım biraz hissedemiyorum. Çalışmak, düşünmek ve çabalamak dışında başka bir şey bilmiyorum. Geriye dönüp baktığımda da yürüdüğüm yolu fark ediyor olsam da bana öyle gelmiyor. Yolda yürümeye devam etmek dışında başka bir şey düşünmemeye çalışıyorum bu yüzden.
-Üretmeye başladığın ilk günden bu yana hep sinemayla iç içesin, seni sinemayla buluşturan, bu alana yönlendiren faktörler neler oldu?
Babamın film koleksiyonu vardı. O filmleri izlemeye başlamıştım, bilgisayarı ve o dönem bu halinden epey uzak olan interneti küçük yaşlardan beri iyi biliyordum. Filmler izledikçe sinemadan kopamayacağımı anlamıştım. Bir de açıkçası, televizyonda veya sinemada gördüğüm insanlardan olmak biri olmak istiyordum. Çocukken herkesin taklidini yapıp oyunculuk yapardım. Oyuncu olmaktı hayalim. Ama sonra lise öncesi tehlikeli bir beyin hastalığı geçirdim. Ve o hastalık beni daha içedönük biri yaptı. O hastalığın ardından içedönük biri olduktan sonra kamera arkasında kalmaya karar verdim. Utangaçlığım ve içedönüklüğüm beni sanata (yazmaya) itti. Yazmak dışında başka bir şey yapamayacağımı biliyordum ve öyle de oldu. Sinema burada devreye girdi sanırım.
“Edebiyatla ilgilenemeyecek kadar tembel biri
olduğumu düşünmeye başladım”
-Kitap yayımlatmak da film çekmek de hep zorlu süreçler. Sen ikisini birden yaptın. Pembe Eldiven’in kitap ve film yolculuğunu anlatabilir misin biraz?
Ben Pembe Eldiven filminin fikrini henüz lisede bulmuştum. Cebimde tutuyordum. Hatta başka sinemacı arkadaşlarım çekmek istiyorlardı ama ben izin vermiyordum. Pembe Eldiven’in birkaç versiyonunu senaryo olarak yazmıştım. Daha sonra bu kadar sert ve cesur bir filmi çekemeyeceğimi düşünmeye başlamıştım. Bu yüzden öyküsünü de yazdım. Biriktirdiğim öyküler de vardı. O öyküleri yayınevlerine yolladım. Büyük bir yayınevi de sağ olsun ilgilendi. Ama ardından pandemi ve matbaa krizi, pahalılık gibi çok şey geldi. Ben de beklemeyi ve bekletilmediği sevmediğim için şu anki yayınevimle anlaştım. O süreç de biraz uzadı.
O sürecin uzayıp devam ettiği günlerde ben de kısa film çekmeye karar vermiştim. Kısa film bir anda kitabım çıkmadan çekilmiş ve yayınlanmış oldu. Biraz karışıktı yani bu süreç. Ama işin aslı Pembe Eldiven öykü kitabı, beni biraz daha senaryoya itti. Edebiyatla ilgilenemeyecek kadar tembel biri olduğumu düşünmeye başladım. Senaryo ise biraz daha refleks olarak düşündüğüm, formüllerini ezbere bildiğim bir yapıya dönüştü. Ama bir yandan film yapmak daha zor. Çünkü film yapmak sadece sizin elinizde olan bir şey değil. Başka insanlar ve ekip devreye giriyor, girmek zorunda. Ama kitap yazarken en azından tek başınasın, her şey sana bağlı. Bu anlamda film yapmaktan öte senaryo yazmayı kendime daha uygun bulduğum bir yolculuk yaşamış oldum.
-Ayrıca filmin yapımcısı da Tolga Karaçelik gibi önemli bir isim. Nasıl dahil oldu projeye?
Tolga abiyle bir gün Bebek’te buluştuk. Ondan bir şeyler öğrenirim ve konuşuruz diye buluşmuştuk. Ben de ona bir film yapacağımdan bahsettim. Pembe Eldiven’i anlattım. Baktım Tolga abi “ah canım, ay canımın içi” diye hikayeyi dinliyor ve kurmaca karaktere tepkiler veriyor. O an bile çok mutlu olmuştum. Bu filmi yapmam gerektiğini söyledi, sevmişti. Bana bazı fikirler verdi, cesaretlendirdi. Bebek’ten Kadıköy’e dönerken mutluydum, karar vermiştim, bu filmi çekecektim.
Eve varır varmaz, Tolga abi aradı. Herhalde bir şey unuttu diye düşünürken, yapımcımın olup olmadığını sordu. Olmadığını söyledim. Ben yapımcın olabilir miyim diye sordu. Şaka yapıyor sandım, güldüm. Gerçekten yapımcım olabileceğini söyledi. Ve yapımcım oldu. Pembe Eldiven filmine dahil olan herkes muhteşem isimlerdi, çok mutluyum ve şanslıyım bu yüzden. Tolga abi de hem abiliği hem hocalığı hem de yapımcılığı için kendimi şanslı saydığım, gurur duyduğum isimlerin başında geliyor. Şu an bile yüzümde muhteşem bir tebessüm ve hissettiğim yoğun bir gurur var. Bütün bunlar Tolga abiden dolayı.
“Yönetmenlik sadece benim elimde olan bir şey değil.”
-Üretmek demişken, kendini fikir işçisi / hikaye anlatıcısı olarak tanımlıyorsun. Yönetmenlik de senaristlik de yaptın. Uzun vadede seni en çok hangisi çekiyor?
Aslında hikaye anlatabildiğim sürece herhangi bir tanımı çok önemsemiyorum. Film yazmak, yönetmek veya kitap yazmak… Hiç fark etmiyor benim için. Yönetmenlik için pek güvenilmiyor bana, bu yüzden biraz mutsuzum. Aslında yönetmeye hazırlandığım birkaç film oldu ama son anda başka sebeplerden dolayı olmadı. Şimdi konuşulan birkaç proje ve hatta projem var. Yönetmenliği çok istiyorum çok da seviyorum. Ama yönetmenlik sadece benim elimde olan bir şey değil. Yapmak istediğim, yapmak için çabaladığım bir iş.
Senaristlik ise sektör beni hemen senarist olarak kabul etti. Bu benden dolayı mı yoksa sektörde çok fazla iyi senaristin olmamasından mı bilmiyorum. Ama senaryo yazarken çok mutluyum ve kendimi daha rahat hissediyorum. Senaristim diyebiliyorum bu yüzden. Çok farklı insanlarla, çok farklı türlerde, çok farklı senaryolar yazdım. Herkesle çalışabiliyor ve en azından her şeyi yazmayı deniyorum. Bu yüzden senaristliği biraz daha önde görüyorum ama yönetmenliği de bırakmak gibi bir niyetim yok. Aksine orada da kendimi ispat etmek istiyorum. Çehov’un cümlesine atıf yaparak senaristlik benim karım, yönetmenlik ise metresim. Benzetme için özür diliyorum ama böyle hissediyorum.
-Kısa filmin Pembe Eldiven’in ardından Leyla ile Mecnun dizisinin senaryo ekibinde yer almanın yanı sıra Netflix‘in Sen Büyümeye Bak filmi için senaryoda Hakan Bonomo ile Yaşam Koçu filminin senaryosunda da Doğu Demirkol ile çalıştın. Hepsi sektör açısından önemli isimler, senin yolculuğuna, üretkenliğine nasıl katkıları oldu? Sevdiğin insanlarla çalışmak, birlikte üretmek sana nasıl hissettirdi?
Aslında benim için hepsi sürpriz oldu. Burak Aksak benim için çok özel bir yerdeydi. Benim gibi bir yerde büyümüştü, benim gibi bir hayat yaşamış ve benim gibi biriydi. İstediğimiz şeyleri yapabileceğimizi göstermişti. Leyla ile Mecnun dizisi de benim jenerasyonumun komedini değiştirdiği gibi beni de etkilemişti. Galalarda birbirimizi görüyorduk. Bir gün mail attım. Sonra mail’ime cevap geldi. İnanamadım. Tanıştık. Ben onu zaten çok seviyordum, tanıyınca da sevmeye devam ettim.
Sağ olsun, o da beni sevdi. Ve Leyla ile Mecnun senaryo ekibinde yer aldım. Hayatımdaki en mutlu olduğum anlardan biriydi, hala öyle. Mecnun’u, Erdal Bakkal’ı, İsmail Abi’yi, Leyla’yı düşünmek müthiş bir şey geliyor bana. Şimdi geri dönüp baktığımda bile sağda solda övündüğüm, ileride torunlarıma kesin anlatırım dediğim bir şey yani. Burak abiden de çok şey öğrendim, halen öğreniyorum. Komedi yazarlığı konusunda inanılmaz, her sahneyi komik bir hale getirebiliyor.
Hakan abi de şöyle oldu: İlk ve Son dizisini izledikten sonra benim hikayemi benden daha iyi nasıl yazar diye mesaj attım. Şaka. Ama övgü dolu bir mesaj attım. Müthiş bir işti, hayranı olmuştum. Daha sonra konuşmaya başladık, tanıştık da. Sağ olsun, bana abilik yapmaya başladı. Abi kardeş ilişkimiz devam etti. Ve bana teklifi yaptığında mutluluktan havalara uçmuştum. Daha sonra Sen Büyümeye Bak filminde birlikte çalıştık. Zaten ben de o da aslan burcu, yükselenlerimiz de aslan.
Birbirimize çok benziyoruz, ben ona göre biraz daha içedönüğüm sadece. Ondan da çok şey öğrendim. Özellikle piyasaya daha hakim olma fırsatım oldu. Formül, matematik, istenen, beklenen, seyirci. Çok şey öğrendim. Hem abim hem mentörüm hem hocam… Birlikte de bir şeyler daha yapmak istiyorum, inşallah o da ister.
Yaşam Koçu fikri yapımcı tarafından önce vardı, ben biraz çalışmıştım. Bazı senaristler yazmıştı, ben o yazılar senaryolara şaka ekleme veya düzeltme işlemleri yapmıştım. Sonra Doğu Demirkol dahil oldu. Onun başka bir hikayesi vardı, onunla devam edildi. Ben biraz geç katıldım. Yapımcımız Emrah abi, önermişti beni. Doğu abiyle tanıştık, birlikte çalıştık. Orada beni sevmediğini düşünmüştüm açıkçası. Ama şimdi birlikte başka işler yapıyoruz. Birkaç projenin üzerine çalıştık ve proje hazırladık.
Çok heyecanlıyım onlar için de. Muhteşem komik ve iyi de bir insan. Onu daha sonra anlayabildim. Anladığım için ne düşündüğünü, ne istediğini düşünebiliyorum. Sadece Doğu abi, sahne insanı. O yüzden ben daha çok senaryoda kalmaya çalışıyorum, bu da bana daha büyük rahatlık veriyor.
Çünkü yazdığımız, düşündüğümüz bir şey komik olmasa bile o bunu komik gösterebiliyor. Bu çok büyük konfor. Doğu abiden de daha komik biri olmayı öğreniyorum. Onun yanında şaka yapmamaya çalışıyorum tabii. Onunla halen çalışmaya devam ediyorum, bu yüzden de mutluyum. Baya güzel şeyler yapacağız. Bu üç isim de çok büyük isimler. Şanslıyım. Beni şanslı kılan bu üç insana layık biri olmaya çalışıyorum aslında. Bu yüzden belki onlara göstermesem bile gerçekten çok çalışıyorum. Hepsine müteşekkirim.
–Bir röportajında Aslı Kızmaz ile dijitale bir dizi yazdığından bahsediyorsun. O hangi aşamada şu an?
Aslı’nın bir fikri vardı, yazdığı bir şeyler vardı. Ben çok sevdim Aslı’yı, anlatmak istediği hikayeyi, o hikayeyi anlatma heyecanını çok sevdim. Benim antitezim gibi biri Aslı, birbirimizi de tamamladık bence. Karışık olan bir dosyayı, birlikte çok iyi bir hale getirdik. Ben yazma işlemi bittikten sonra pek bilmiyorum. Yakın bir zamanda Aslı duyurur diye düşünüyorum.
“Müslüm Gürses’ten Taner’e, Semicenk’ten Blok3’e kadar bambaşka türde, kalitede şarkılar dinleyebiliyorum.”
-Şu an nelerden besleniyorsun ve gelecek süreçte neler bekliyor bizleri?
Aslında şu an pek bir şeyler izleyemediğim, okuyamadığım bir dönemdeyim. Bir süredir yazıyorum sadece. Ama bütün işlerimden önce benden istenen o sipariş işi yapabilmek adına kendimi o dünyaya sokabilmek ve kendimi yönlendirebilmek için benden istenen işe referans olabilecek şeyler izliyorum.
O da daha çok benden istenen şeyin dünyasına yakın olan işler oluyor. Müzik dinlerken de karakterler ne dinlerdi diye düşünüp onların dünyasını yansıtabilecek şarkılar dinliyorum. Müslüm Gürses’ten Taner’e, Semicenk’ten Blok3’e kadar bambaşka türde, kalitede şarkılar dinleyebiliyorum bu yüzden açıkçası. Ama ne yazarsam yazayım, sevdiğim ve hayranı olduğum insanları düşünüp onlar ne yapardı diye bir bakıyorum, yalan yok. O da bana başka bir göz kazandırıyor sanırım.
Gelecek ise biraz karışık gibi duruyor. Çok şey yaptım ama ne olacak, neleri olacak bilmiyorum. Doğu Demirkol ile birkaç iş üzerinde çalıştık ve hazırladık. Oyuncu arkadaşlarımın bazı hikayelerini senaryolaştırmıştım. Dizi ve filmler hazırladık onlar için de. Şimdi isimlerini vermeyeyim ama büyük ve iyi isimler. Ayrıca animasyon film senaryosu yazmıştım, o yapım aşamasında. Başka yönetmen ve yapımcılarla ortaklıklar içinde bulundum, onlar gelecek gibi duruyor.
Aynı dönemde birkaç işim olacak ya da konuşulacak gibi bir durum var ortada. Ayrıca “Abur Cubur: Muncihes” adlı bir dizi projesi yazmış, çekimlerine başlayacaktım. Ancak aynı isimli bir başka dizi çekimlere hızlıca başladı. Konu ve tarz olarak benzediği için çekimleri erteledik. O yüzden ne yapacağım bilmiyorum. Tatsız bir olay oldu benim adıma. Konuşmak da istemiyorum. Ancak neyse ki, malzeme bende çok. Başkalarına anlatmadığım yeni işlerin peşine düşeceğim, bu yüzden devam ediyorum.
Öte yandan gelecek süreç için başka hazırladığım projeler var. Onlara kafa yoruyorum bir yandan. Ama dizi ve filmlerin dışında tiyatro oyunu yapmak istiyorum. Boşa düşersem oyun yazmak istiyorum. Bazı oyun fikirlerim var. Konuştuğum ve bekleyen oyuncu arkadaşlarım var. Öte yandan podcast dizisi bile düşünüyorum, güç bulabilirsem onu da yapmak isterim. Böyle her platformda, her türlü hikayeyi anlatmak gibi bir arzum var. Üretmek istiyorum yani.
“Tutunamayanlar’ı dizi yapmak gibi bir arzum var.”
Ve Selim Işık ile başlamışken, onunla bitireyim. Tutunamayanlar’ı dizi yapmak gibi bir arzum var. Bununla ilgili fikirlerim de var. Ama çok zor tabii. Biraz gönlümde yatan aslan gibi bir şey bu proje. Çok daha uzun gelecekte de böyle bir şeyi yapmak istiyorum, en azından burada da bahsetmiş olmak isterim.
Apartman Dedikoduları
-Komşuluğu üç kelimede tanımlar mısın?
Külüne muhtaç olmak.
-Bir cümle ile mahalle senin için ne ifade eder?
Benim için güvendiğim, rahatladığım ve dinlendiğim bir yer mahalle. Mahallenin bana verdiği eve varma düşüncesiyle ilgili olabilir diye düşünüyorum.
-Yaşadığın ilk apartmana dair hatırladığın figürler neler?
Babaannem, dedem, amcalarım, halalarım, kuzenlerim… Çok kalabalık, çok gürültülü bir yer. Aile apartmanıydı.
-En çok neyin dedikodusunu yaparsın?
Ben en çok sektörün dedikodusunu yapıyorum. Ama dedikodu yapmayı da seviyorum. Çünkü ben insanlara hemen güvendiğim için dedikodu yaptığım zaman öğrendiklerim biraz benim bazı şeyleri daha iyi anlamama yol açıyor.
-Sinemada izlediğin ilk film?
Reks sinemasında 1999 yılında Tarzan filmini izlemiştim. 3 yaşındayım, çok küçük bir şekilde ufak bir an gibi hatırlıyorum. Ama hatırladığım en eski ilk film Babam ve Oğlum galiba. 9 yaşındaydım.
-En sevdiğin çocukluk oyuncağı?
Futbolcu kartlarım vardı, onları çok seviyordum. Football Manager’i bilmediğim o yıllarda kendim onlardan takım kurup hayali maçlar yapıp performanslar yazıyordum. Ama onun dışında hep futbol bilgisayar oyunları oldu. Havalı ya da iyi bir cevap değil ama öyle.
-En sevdiğin çocukluk şarkın?
Duman’ın Ah şarkısı. Bana yazılmış gibi gelirdi. Hala öyle gelir.
-En sevdiğin sokak oyunu?
Futbolla ilgili her oyunu çok severdim. Aylık ya da mahalle maçları. Yakartopu çok severdim ve orada baya iyiydim. Vuramazlardı. Taso ile futbolcu kartlarını da çok severdim. Saklambaç ya da onun topla oynanan versiyonu vardı onu da severdim, galiba Kuka deniyordu ona.
-En sevdiğin çocukluk kahramanın kimdi?
Öyle bir kahramanım olmadı. Ama izlediğim her filmde ya da okuduğum her kitapta bir kahraman bulurdum kendime.
-Başucu 5 kitabın?
1- Tutunamayanlar, Oğuz Atay
2- Çavdar Tarlasında Çocuklar, Salinger
3- Suç ve Ceza, Dostoyevski
4- Kara Kitap, Orhan Pamuk
5- Martin Eden, Jack Landon
-Vazgeçilmez 5 filmin?
1- Oslo 31 Ağustos, Joachim Trier
2- Fight Club, David Fincher
3- Love, Gaspar Noe
4- Nocturnal Animals, Tom Ford
5- Shame, Steve McQueen
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum yap