Angutyus yani Fatih Akdere’yi “Bir Apaçi Masalı” serisiyle geniş bir kitle tanıdı. Sonrasında da Ot Dergi’deki yazıları, kaleme aldığı romanlarıyla da dikkat çekici işlere imza attı. Geçtiğimiz ay “İllet” isimli son romanını Kara Karga Yayınları’ndan çıkaran Angutyus’la hem romanını hem de hayatı konuştuk.
Uzun zamandır Angutyus’un sesi sedası çıkmıyordu. Nerelerdeydin, neler yapıyordun?
Daha önce de fazla sesim soluğum çıkmıyordu. “Ben yazarım”, “Ben senaristim” diye gezen bir adam değilim. Zaten senelerce kimliğim gizli kaldı. Angutyus ismi arkasında bir gölge gibi yazmaya ve anlatmaya çalıştım. Okudum, dinledim, bolca yürüdüm, düştüm, kalktım hayatı herkes kadar ben de yaşadım. İstanbul’da, Kapadokya’da ve Cunda’da çok keyifli ama bir o kadar da zor ve rezil günlerim oldu.
Tek bir yere bağlı kalmayı sevmiyor musun?
Annemin dediği gibi “Bok yemeye alışan köpek iflah olmaz.” Sırtıma bir çanta vurup bilinmeze gitmekten vazgeçmedim. Dönüp baktığımda son beş yılı yazsam inan 10 küsür roman çıkar. Bazen içinde yaşamak, hazmetmek güzeldir. Çok sevdim, sevildim, kırdım, kırıldım sanırım birçok defa köprü altlarında, parklarda yatmak zorunda kaldım. Yanlış anlamayın “Aman ben ne kadar uç noktalarda ne kadar marjinalim” anlamında söylemiyorum bunları. Çok geçerli bir mesleğim, iyi seviyede konuştuğum iki yabancı dilim var. İş bulmak, sıfırdan hayat kurmak zor değil. Sadece bir sırt çantası ve haritada beğendiğim ya da merak ettiğim bir coğrafya yeterli. Fazla ses çıkarmadan, ağlamadan, zırlamadan Kader filminde Bekir’in de dediği gibi “Ey başını yürü usul usul” ben de senelerdir eğdim başımı yürüyorum usul usul…
Son romanın “İllet” nasıl ortaya çıktı?
İllet hep içimde bir yaradır. Kimsenin görmediği, görmek istemediği. Kot kumlayan ve sonrasında sağlığını kaybeden insanlarla ilgili bir hikâye. Eski kız arkadaşım idealist bir doktordu ve bu konuya çok kafayı takmıştı. Ben de bu konuyu 7 sene önce yazmaya ve araştırmaya başladım. Yeni katliamlar duydukça, konunun derinine girdikçe durmadan erteledim romanı. En son İstanbul’da yaşarken yüzyüze bu illetten nasibini almış birkaç insan ile konuşma fırsatım oldu. Daha sonra da kurgu katarak romanlaştırdım. İçimde her zaman bir kırık cam gibi kalmış bir konuydu.
Seninle daha önce yaptığımız röportajımızda “İlk kitap çaresiz insanlara özgü cahil cesareti olan bir çocuğun kafası ile yazıldı. İkinci kitap ise hayal kırıklıkları ile bocalayan kendi doğrularını sorgulayan aklı bir karış havada apaçi bir gencin gözü ile. Üçüncü kitap artık biraz daha ayakları yere basan ülke gerçeklerini sorgulayan, dünyanın sadece kendi etrafında dönmediğini başka insanların başka dertleri olduğunu anlayan genç bir adamın gözü ile yazıldı” demiştin. Peki, İllet nasıl bir insanın gözüyle yazıldı?
İnanır mısın halen bilmiyorum. Ben ortaokul mezunu imla özürlü bir adamım. Yazarken daha doğrusu anlatırken sadece o günlere, o tecrübesizliklerin yıllarına, saflığa, bazen acımasızlığa dönerek anlattım. Herkes ne boklar yediğimi bilir de ama kimse tanıdığım birinin düşüp kalçasını kırdıktan sonra onu üç ay sırtımda tuvalete taşıdığımı, bokunu temizlediğimi bilmez. Anlatmadım. Gerek duymadım. Çünkü bizim kader yoldaşlığımız böyleydi. Tek sermayesi sırtında bir çanta olan çocuklardık. Bizim bizden başka kimsemiz yoktu.
Bir Apaçi Masalı serisiyle fırlama, gamsız bir Angutyus görüyorduk ama kaleme aldığın romanlar oldukça dokunaklı ve sarsıcı. Yaş aldıkça yazarken ki bakış açın daha mı hassaslaştı?
Angutyus farklı Fatih Akdere çok farklı kişiler. Angutyus hep fırlama, gözü kara, ya s.kerek ya döverek sorunlarını çözen bir çocuktu. Öyle de kalması gerek zaten. Fatih Akdere’ye gelirsek Angutyus kırıntıları elbet var. Ama zaman geçiyor, dünya değişiyor, hayat mücadelesi, sorumluluklar devam ediyor. Bu yaşımda istesem de Angutyus kafasında yaşayamam. Soytarılık olur bu. Götüme zil takar oynatırlar. Kişinin kendi kuralları, duvarları olmalı. Çok aptalca olacak ama “değişmeyen tek şey değişimdir” değişmek zorundayım. Eski günlerimi huzur evine yattığımda yaşarım. Şimdilik bu hayata ayak uydurmak zorundayım.
Dönem dönem senin kaleme aldığın kitaplar ve hikayelerle ilgili olarak dizi ya da film olacağı konuşuldu ama hiçbir zaman gerçekleşmedi. Neden?
Bilmem. Durmadan arayıp duruyor entel, kuntel abi/ablalar. Kendilerine sormak lazım. Adam benden senaryo istiyor ama içinde alkol/sex/küfür/gay/lezbiyen vs. olmayacak. O zaman geriye tek bir çare ossurarak komedi, bir kılıç ile koca imparatorluklar yıkan tarih ya da pembe götlü aşk hikayeleri kalıyor. Ya da kirli sakalı, buzhane bakışları ile 1,55 boyunda psikopat bir delikanlı mafya (mafya nasıl delikanlı oluyor? Bu da ayrı konu) kalıyor. E bunlar da bana pek uymuyor.
İnsanlar seni Bir Apaçi Masalı serisiyle tanıdı. Bu seri devam edecek mi?
Yok bitti. Apaçi Masalı, Kristina ile başladı Kristina ile bitti. İlişkilerini, cinsel hayatını, yaşadıklarını ortaya saçıp döken bir adam değilim. Sadece şu an bana özel içimi döktüğüm ağladığım, anlattığım, saf, tertemiz 4000 küsür mektup var arkadaşlarıma, sevgililerime, aileme yazıp göndermediğim. Yayınlamak için çok teklif geldi yayınevlerinden ama kabul etmedim.
Kaleme aldığın keyifli, güldüren hikayelerde bile bir hüzün var. Hayat seni en son ne zaman hayal kırıklığına uğrattı?
Yok abi yemişim edebiyatı, hüznü. Kimi alkole, ilaca, yogaya sarar ben de yazmaya sardım, terapi niyetine. Duvar yumruklayıp telefonu duvara fırlatmaktansa bende hırsımı klavyeden çıkarıyorum. Yemişim hüznünü… Dediğim gibi hayat bir şekilde devam ediyor, geçiyor yani. Delip geçiyor, içinden geçiyor ama geçiyor.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak