José Ángel Alayón’un son filmi Dance of the Living (La Lucha), ringin sertliğini bir baba-kız hikâyesinin kırılganlığıyla yan yana getiriyor. Marina Alberti’nin kaleminden çıkan senaryo, sporu yalnızca bir gösteri değil, aile bağlarının ve kayıpların izini süren bir alan olarak resmediyor.
Film, kuralları ihlal ederek hayallerini kendi elleriyle sabote eden genç bir güreşçiyi ve onu yeniden ayağa kaldırmaya çalışan, bedensel sınırlarıyla boğuşan babasını merkeze alıyor. Eşinin ölümünün ardından yasla yaşayan bu baba figürü, kızıyla olan inişli çıkışlı ilişkisini güreşin disiplininde yeniden tanımlamaya çalışıyor. Aralarındaki çatışmalar kadar sessiz anlar da hikâyeye ağırlık kazandırıyor.
Alayón’un kamerası, bir ringin gürültüsünden antrenman salonlarının ter kokan yalnızlığına kadar tüm mekânları yaşayan bir karakter gibi kullanıyor. Güreş burada sadece bir spor değil, nesiller arasında aktarılan bir miras ve aynı zamanda kırılması gereken zincir. Her maç, hem bedensel hem de duygusal bir hesaplaşmaya dönüşüyor.
Yazmina Estupiñan’ın oyunculuğu, gençliğin öfkesiyle savunmasızlığını aynı anda taşıyor. Onun performansı filmi sıradan bir spor anlatısından çıkarıp evrensel bir büyüme hikâyesine dönüştürüyor. İzleyici, sahnedeki çarpışmaları izlerken aslında yasla, sorumlulukla ve ikinci şanslarla yüzleşiyor.
Dance of the Living, kolay dramatik çözümler sunmuyor; bunun yerine, kaybın ve hataların ağırlığını taşıyarak dönüşümün nasıl mümkün olabileceğini arıyor. Güreşin sertliğiyle hayatın kırılganlığını bir arada tutan bu yapım, festival seyircisinin kalbinde uzun süre yankılanacak bir iz bırakıyor.