Soheil Beiraghi’nin yeni filmi Outcry (Bidad), yalnızca bir sinema eseri değil; susturulmuş seslerin yankısı, direnişin bir kaydı. İran’da kadınların kamusal alanda tek başına şarkı söylemelerinin yasak olduğu bir düzende, Seti adındaki genç bir kadının sesini sokağa taşımasıyla başlayan hikâye, bireysel bir eylemin nasıl kolektif bir simgeye dönüşebileceğini gözler önüne seriyor. Sarvin Zabetian’ın öfke ve incinmişlikle yoğrulmuş performansı, Seti’yi bir karakterden çok bir kuşağın sesi haline getiriyor.
Filmin üretim süreci en az konusu kadar çarpıcı: devlet izni olmadan, gizlice çekilen sahneler, yönetmenin cesaretini ve bağımsız sinemanın sınır tanımaz enerjisini ortaya koyuyor. Bu yöntem, filme yalnızca politik bir ağırlık değil aynı zamanda bir gerilim duygusu da katıyor; izleyici sanki kameranın açısının ötesinde, görünmeyen bir gözetleme tehdidi olduğunu hissediyor. Beiraghi’nin seçtiği ham ve pürüzlü estetik, hikâyenin dürüstlüğünü pekiştiriyor; abartılı bir dramatizasyon yerine, gerçeğin soğuk sertliğiyle yüzleşmeyi öneriyor.
Outcry, bireysel bir özgürleşme mücadelesinin toplumsal direnişe dönüşmesini anlatıyor. Sessizliği kıran tek bir sesin, farklı nesilleri birbirine bağlayarak ortak bir haykırışa evrildiğini gösteriyor. Bir yanda otoriteye boyun eğmiş eski kuşakların sessizliği, diğer yanda yeni kuşakların dijital çağın araçlarını kullanarak görünür kıldığı itirazlar… Bu karşıtlık, filmi yalnızca bir portre değil, aynı zamanda bir çağ belgesi haline getiriyor.
Dünya festivallerinde aldığı ödüller ve gördüğü övgüler, Outcry’ın uluslararası izleyiciler için ne kadar güçlü bir deneyim sunduğunu kanıtlıyor. Kimi eleştirmenler filmi “öfke ve tutku dolu bir marş” olarak tanımlıyor; kimi ise onun “pürüzsüz değil, ama bu yüzden daha samimi” bir eser olduğunu söylüyor. Sonuçta film, seyircisine yalnızca bir hikâye anlatmıyor, aynı zamanda bir sorumluluk yüklüyor: sessizliği sürdürmek mi, yoksa sesi çoğaltmak mı?