Emanuel Pârvu’nun yönettiği Three Kilometres to the End of the World, Cannes Film Festivali’nde kazandığı Queer Palm ve FIPRESCI ödülleriyle öne çıkan, Romanya’nın 97. Akademi Ödülleri için resmi adayı olmuş bir yapım. Film, Tuna Deltası’nın büyüleyici doğasında geçen bir ergenlik hikâyesini merkeze alıyor. Adi adındaki genç, kendi kimliğini keşfetmeye çalışırken ailesinin ve kasabanın suskunlukla örülü muhafazakâr baskısıyla karşılaşıyor. Sessizlik burada yalnızca diyalogların azlığını değil, toplumun bilinçli körlüğünü de temsil ediyor.
Pârvu’nun tercih ettiği yalın sinema dili, Romanya Yeni Dalga’sının tipik özelliklerini taşıyor: uzun planlar, doğal ışık, fazlalıklardan arındırılmış bir estetik. Seyirciyi büyük jestlerle değil, atmosferin ağırlığıyla yakalıyor. Adi’nin yaşadığı içsel sıkışmışlık, sözlerden çok boşluklarla anlatılıyor. Yönetmen, genç oyuncu Ciprian Chiujdea’nın kırılgan performansını bu sessizlik içinde öne çıkarıyor ve böylece dramatik etkiyi katbekat artırıyor.
Filmin en çarpıcı yanı, güzelliğiyle büyüleyen doğanın, kasabanın içinde gizlenen şiddet ve reddedişle yan yana sunulması. Manzaralar tablo gibi, ama bu tabloların içinde insanın insana uyguladığı görünmez şiddet yankılanıyor. Aile içindeki kırılma, devlet kurumlarının kayıtsızlığı ve kilisenin suskunluğu, Adi’nin hikâyesini bireysel olmaktan çıkarıp toplumsal bir çerçeveye yerleştiriyor. Filmdeki kaçış finali, bir umut değil, hayatta kalma stratejisi olarak beliriyor: bazen geride bırakmak, tek çıkış yolu oluyor.
Festival yolculuğunda kazandığı ödüller, filmin sadece Romanya için değil Avrupa sineması için de önemli bir sosyal gerçeklik belgesi olarak kabul edildiğini gösteriyor. Bu sessiz, ağır ilerleyen anlatı, seyirciden sabır istiyor ama karşılığında derin bir etki bırakıyor. Three Kilometres to the End of the World, yalnızca bir karakterin mücadelesini değil, günümüz toplumlarında hâlâ süren inkârı ve suskunluğu görünür kılıyor.