Tıbbın yeni dili, artık yalnızca doktorların gözünden değil, algoritmaların bakışından da okunuyor. kennedy+swan ikilisi, The Red Queen Effect sergisinde bu yapay bakışı masaya yatırıyor: İnsan dokusu veriye dönüştüğünde, sorumluluk kime ait? Teşhis koyan bir sistemin karşısında, özerklik nasıl savunulur?
Serginin başlığı, Lewis Carroll’un Alice Hinter den Spiegeln’deki Kırmızı Kraliçe sahnesine gönderme yapıyor: “Aynı yerde kalabilmek için bile tüm hızınla koşmalısın.” Evrim biyolojisinde türlerin çevreleriyle bitmeyen yarışını anlatan bu metafor, kennedy+swan için teknolojik çağın kolektif hissini yakalıyor. Bilim ve teknolojinin hızına yetişme baskısı, bireylerin ve toplumların üzerine ağırlıkla çökerken, sanat bu hızın karşısında yeni bir nefes alanı açıyor.
Berlin’in merkezindeki Schering Stiftung projelerinde, Lung Portraits gibi işler, bedenin iç dünyasını verisel imgeler halinde dışarı taşırken, izleyiciye şu soruları yöneltiyor:
– Kendi vücudumuzun verilerini kim için üretiyoruz?
– Algoritmalarla paylaştığımız beden, hâlâ bize mi ait?
– Sanat, bu hızın karşısında nasıl bir yavaşlama alanı yaratabilir?
🔗 Apartman No:26 Notu: Kırmızı Kraliçe’nin öğüdü hâlâ geçerli: Hep koşmak zorundayız. Ama kennedy+swan’ın işleri, bize durup düşünmek için alan açıyor — belki de tam burada, sanatın hızdan kaçışında yeni bir özgürlük var.
📍 The Red Queen Effect, Projektraum der Schering Stiftung
Unter den Linden 32–34, Berlin
📅 11 Eylül – 30 Kasım 2025