Wednesday’in ikinci sezonunda ortalık iyice karışıyor. Willow Hill Akıl Hastanesi’nin altında saklanan gizli tesiste Outcast’ler üzerinde yürütülen korkunç deneyler açığa çıkarken, hikâyenin en sarsıcı sürprizi Polaroid’te görünen gizemli bir kadın oluyor: Hasta 1938. İlk bakışta Wednesday’in kayıp teyzesi Ophelia ile bağlantılı gibi dursa da, ikinci kısımda hakikat ortaya saçılıyor: Bu kadın, Tyler’ın ölü sandığı annesi Francoise’tan başkası değil.
Francoise (Frances O’Connor), tıpkı oğlu Tyler gibi bir Hyde. Onun dönüşü, yalnızca Tyler’ın değil, Morticia’nın geçmişiyle de doğrudan bağlantılı. Oğlunun hayatından uzun süre silinmiş bir figür olarak geri dönen Francoise, Tyler’ın acı dolu çocukluğunun merkezinde duruyor. Onun yokluğu, babasının alkolizmle baş edememesi ve Thornhill’in manipülasyonları Tyler’ı birinci sezonda Hyde kimliğine sürüklemişti. Şimdi annesinin geri gelişi, hem yarım kalan anne-oğul bağını hem de Tyler’ın Hyde kimliğine olan çelişkili bağlılığını paramparça ediyor.
Francoise’ın hikâyesi, yalnızca bireysel bir trajedi değil; aynı zamanda Outcast’lerin toplumdan dışlanmasının da bir yansıması. Çocukluğunda babasının şiddetine maruz kalan, postpartum depresyon sırasında Willow Hill’de deneylere kurban edilen bir kadın o. Kendi hayatı boyunca özerkliği sürekli elinden alınmışken, annelikte de aynı döngüyü oğluna aktarıyor: Tyler’ı “kurtarmak” için onun iradesini yok sayıyor. Bu sahte korumacılık, aslında içten içe iyileşememiş bir yaradan doğuyor.
Sezonun en dramatik anlarından biri, Hyde formuna bürünen anne-oğulun Nevermore’un çatısında ölümüne dövüşmesi. Wednesday’in müdahalesi Tyler’ı kurtarsa da, Francoise’ın son tercihi kendi düşüşünü hazırlıyor. Bu düşüş, yalnızca fiziksel bir ölüm değil; anneliği, kontrolü ve kendi varlığını tüketen bir döngünün de kapanışı. Tyler geriye iki kat daha yalnız kalıyor: hem annesiz hem de kendi kimliğinin ağırlığıyla baş başa.
Francoise’ın karakteri izleyicide güçlü bir ikilik bırakıyor. Bir yanda yıllarca sömürülen, deneylerle çökertilen bir kurban; diğer yanda çocuğunun özgürlüğünü elinden alan, kendi acısını nesiller boyu aktaran bir anne. Wednesday burada bir kez daha “canavar” kavramını ters yüz ediyor: Asıl dehşet, dışarıdaki düşmandan değil, travmanın gölgesinde kaybolan insanlardan geliyor.