Akıştasın: 🎭 Twinless (2025) – Dylan O’Brien’ın En İyi Performansıyla Gelen Karanlık Bir Komedi

Yükleniyor
svg

🎭 Twinless (2025) – Dylan O’Brien’ın En İyi Performansıyla Gelen Karanlık Bir Komedi

Eylül 6, 20254 dk okuma süresi

James Sweeney’nin yazıp yönettiği ve aynı zamanda rol aldığı Twinless, kolayca hafif, absürt bir komediye dönüşebilirdi. Ya da tam tersi, daha grotesk bir kara mizaha. Film, bu iki uç arasında ip üstünde yürümeyi deniyor. Sonuç her zaman kusursuz değil; kimi anlarda karakterlerin karanlık yönlerini yeterince fark etmeyen bir senaryo gibi görünüyor. Ama Dylan O’Brien’ın Roman rolünde ortaya koyduğu performans o kadar güçlü ki, tüm dengesizlikleri toparlayıp filmi izlemeye değer hale getiriyor.

O’Brien, filmde hem Roman’ı hem de kısa bir flashback sahnesinde ölen ikizi Rocky’yi canlandırıyor. Aynı yüzün iki ayrı bedende bu kadar farklı titreşim vermesi, oyuncunun en olgun işlerinden biri. Film, Rocky’nin cenazesiyle açılıyor; herkes Roman’a bakarken, “aynı yüz ama başka bir varlık” hissinin yarattığı garipliği seyirci de paylaşıyor.

Roman, kaybıyla başa çıkmakta zorlanan, iletişim becerileri sınırlı, “aptal değil ama çok da keskin olmayan” biri. Çareyi, ikizini kaybedenlerin katıldığı bir destek grubunda buluyor. Orada tanıştığı Dennis (James Sweeney), Roman’ın yalnızlığını hafifleten bir arkadaşlığa dönüşüyor. Dennis’in geçmişiyle Rocky’nin kimliği arasında kurduğu bağ, kısa süre içinde markete gitmekten sohbet etmeye kadar gündelik ritüellere dönüşüyor. Ancak film, bir noktada öyle bir viraj alıyor ki — izleyiciye büyük sürpriz olacak bu twist, tonunu büsbütün değiştiriyor.

Bu değişim, filmin kimliğini belirliyor: sıradan bir indie rom-com’dan çok daha rahatsız edici, çok daha belirsiz bir zemine kayan bir hikâye. Ne var ki Sweeney’nin Dennis yorumu O’Brien’ın gölgesinde kalıyor. Belki de asıl sorun O’Brien’ın o kadar sahici ve bedensel bir performans sunması ki, geri kalanlar sönükleşiyor. Yalnızca göz hareketleri ve beden diliyle Roman’ın dağınık duygularını seyirciye taşıyor.

Filmin yan karakterlerinden Marcie’yi oynayan Aisling Franciosi de öne çıkıyor. Başta tipik “manic pixie dream girl” gibi görünüyor, ama bu algı Dennis’in bakış açısından doğuyor. Zamanla, aslında daha derin ve gerçekçi bir karakter olduğu ortaya çıkıyor. Bu bakış kaymaları, Sweeney’nin filmde denediği biçimsel oyunlardan biri. Kamera açıları, soğuk atmosfer, neredeyse bir gerilim filmi havası yaratıyor.

Elbette kusurlar var: hikâye bir süre sonra kendi içinde dönmeye başlıyor, sahneler tekrar hissi veriyor, tahmin edilebilir bir yola giriyor. Yine de film, absürtlüğünü kara mizahla harmanlayarak güldürmeyi başarıyor. Ve her defasında, Dylan O’Brien’ın dengeli ve etkileyici performansı filmi yeniden canlandırıyor.

Kimi eleştirmenlerin işaret ettiği gibi Twinless belki büyük bir başyapıt değil, ama O’Brien’ın kariyerinde bir dönüm noktası. Melankoliyle karışmış absürt mizahı ve insanın yasla kurduğu tuhaf ilişkileri perdeye taşırken, izleyicide kalıcı bir tat bırakıyor.

Apartman No:26 Notu
Bazen bir filmi kurtaran şey hikâye değil, tek bir oyuncunun yüzündeki gölgedir. Twinless de tam olarak böyle bir film.

Bu haber adada kalmaya devam etsin mi?

0 People voted this article. 0 Upvotes - 0 Downvotes.
Yükleniyor
svg