Helena Stefansdottir’in ilk uzun metrajı “Natatorium” (2024), buz gibi bir atmosferin içinde ilerleyen ve her anı baskılayan bir psikolojik gerilim. İzlanda-Finlandiya ortak yapımı olan film, genç bir kadının ailesinin geçmişiyle yüzleşmesini, sırlarla dolu bir köşkte geçen klostrofobik anlatısıyla merkeze alıyor. Film, ilk olarak Uluslararası Rotterdam Film Festivali’nde prömiyer yaptı, ardından SXSW’te izleyiciyle buluşarak dikkat çekici bir festival yolculuğuna başladı.
Aile Albümünün Arasında Kapanan Bir Kapı
18 yaşındaki Lilja, uzak bir adadan kente gelir ve daha önce hiç tanımadığı büyükanne ve büyükbabasının yanına yerleşir. Amacı, bir performans grubunun seçmelerine katılmaktır; ancak kaldığı görkemli ama tekinsiz ev, onun için beklenmedik bir geçmişle karşılaşma alanına dönüşür. Zamanla Lilja, evin bodrumunda kullanılmayan bir kapalı yüzme havuzu keşfeder. Bu “natatorium”, yalnızca mekânsal değil, aynı zamanda anlatının sembolik ve duygusal merkezi haline gelir. Ailenin geçmişiyle örülü karanlık sırlar, bu havuzun sessizliğinde yankılanır.
Dışarıdan Zarif, İçeriden Çürük
Filmdeki aile yapısı ise neredeyse gotik bir alegoriye dönüşür. Büyükanneleri Áróra, katı dini inançları ve baskıcı tavırlarıyla evin hâkimi gibidir. Onun kontrolündeki herkes, sessiz birer gölgeye dönüşmüş gibidir. Lilja’nın babası Magnús ve halası Vala ise geçmişte yaşanan ve adı yine Lilja olan ölen bir kız kardeşin travmasıyla baş etmeye çalışmaktadır. Tüm bu karmaşanın ortasında, Lilja yavaş yavaş kendi kimliğini, geçmişin izleriyle birlikte çözmeye başlar.
Travmanın Görselleştirildiği Bir Su Alegorisi
Filmin atmosferi Stefansdottir’in görsel sanatlar, dans ve tiyatro kökeninin etkisini derinden hissettiriyor. Görüntü yönetmenliğinde Kerttu Hakkarainen’in çalışması, sularla örülmüş bir sessizlik ve boğucu bir belirsizlik yaratıyor. Dramatik anlar sıklıkla doğrudan değil, imgelerle ve boşluklarla aktarılıyor. Film, açık cevaplar sunmaktan ziyade seyirciyi parçaları birleştirmeye zorluyor. Bu da “Natatorium”u izleyen herkes için farklı yankılar bırakabilecek bir deneyime dönüştürüyor.
Ailenin Sessizliği, İzleyicinin Çığlığı
“Natatorium”, nesiller arası travmayı, dini baskıyı, kadınların aile içindeki görünmez yüklerini ve susturulmuş geçmişi konu ediyor. Film boyunca iletişimsizlik bir motif olarak işleniyor; karakterler susuyor, ima ediyor, kaçıyor. Bu kırılganlık hali, izleyiciyi de filmin içine çekiyor. İzleyici, Lilja ile birlikte anlamaya çalışıyor ama aynı zamanda onun gibi yalnız kalıyor. Film, ‘ne olduğunu tam anlamasak da’ içimizi kemiren bir suç ortaklığı hissiyle son buluyor.
Neden İzlenmeli?
-
Görsel açıdan çarpıcı ve rahatsız edici atmosferiyle dikkat çekiyor.
-
İzlanda sinemasından güçlü bir kadın yönetmen imzası taşıyor.
-
Travma, aile içi iletişimsizlik ve dini kontrol temalarını özgün bir biçimde işliyor.
-
Festival yolculuğuyla art-house sinema dünyasında kendine sağlam bir yer ediniyor.
🖋️ Apartman No:26 Notu: “Natatorium”, yüzeyin altına inmeye cesareti olanlar için. Her sessizlik bir yankı, her görüntü geçmişten bir iz taşıyor. Aile bağlarının en derin, en karmaşık ve en acı noktalarına dair görsel bir şiir gibi.”
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak