Akıştasın: Yabancı Bir Evde Yankılanan Anılar: Jess Valice’in “Home is Not a Place” Sergisi

Yükleniyor
svg

Yabancı Bir Evde Yankılanan Anılar: Jess Valice’in “Home is Not a Place” Sergisi

Haziran 19, 20255 dk okuma süresi

Paris’in kalbinde, Almine Rech Galerisi’nin kapısından içeri adım attığımda, Jess Valice’in “Home is Not a Place” (Ev Bir Yer Değildir) sergisi beni beklemediğim bir derinliğe çekti. Bu sadece bir resim sergisi değildi; bir his, bir anı ve insan ruhunun en mahrem köşelerine yapılan dokunaklı bir yolculuktu. İçeri girdiğim anda hissettiğim şey, tanımlanamaz bir hüzünle karışık, ama bir o kadar da tanıdık bir yalnızlıktı. Sanki kendi ev kavramımı, tüm katmanlarıyla yeniden sorgulamam için bir davet alıyordum.

Küratörün mekanı kullanışı inanılmazdı. Valice, galerinin içine kendi yatak odasının, yani nihai sığınağın bir temsilini kurmuştu. Odanın tamamına yayılan o derin bordo renk, beni adeta bir rahim gibi sarmaladı; aynı zamanda açık bir yaranın çiğliğini de hissettirdi. Güneşle yıkanmış bir arka bahçenin video projeksiyonu, yatağın tam karşısında adeta bir ayna gibi duruyordu; dışarıdaki huzurun, içerideki hissizlikle nasıl tezat oluşturduğunu gözler önüne seriyordu. Bu yerleştirme, evin sadece bir fiziksel mekan değil, aynı zamanda anıların, kayıpların ve değişimin işlendiği bir zihin alanı olduğunu fısıldıyordu. Her köşede, Valice’in bir hikaye ördüğünü, her detayın derin bir anlam taşıdığını hissettim.

Sanatçının arka planına dair tam olarak ne düşüneceğimi bilmesem de, eserlerine yansıyan derin bir içe dönüklük ve hayatın sarsıcı olaylarının ruhunda bıraktığı izleri görebiliyordum. Resimlerindeki figürler – özellikle de yatakta uzanan diptik otoportresi – hem işkence görmüş hem de derin düşüncelere dalmış gibiydiler. Vücutlarındaki ve yüzlerindeki o hafif çarpıtmalar, gerçekliğin travmatik olayların ağırlığı altında nasıl eğilip büküldüğünü ustaca anlatıyordu. Sanki geçmişin uçucu anlarına yakalanmış, zamanın içinde asılı kalmış ruhlardı bunlar. Özellikle çocukluk arkadaşı Jack Tashdjian’ın çektiği fotoğraflardan ilham alan yakın arkadaşlarının portreleri, bu yalnızlığın ortasında parlayan bir umut ışığı gibiydi; sevilen birinin varlığının ruhu nasıl ısıtabileceğine dair ince bir gönderme.

Valice’in eserleri, bana tıpkı Virginia Woolf’un “Odalı Evler” kitabını anımsattı; evin sadece dört duvardan ibaret olmadığını, asıl evin ruhumuzda taşıdığımız anılar ve duygular olduğunu fısıldayan bir eserdi bu sergi. Her bir fırça darbesi, bir anının, bir hissin peşindeydi. Galeriye gelen bir kadının tablolardan birinin önünde durup “Tıpkı benim hissettiğim gibi…” diye mırıldandığını duydum. İşte o an anladım ki, Valice evrensel bir yalnızlığı, ev kavramının karmaşık doğasını öyle ustaca işlemiş ki, herkes kendinden bir şeyler bulabiliyor.

Paris’in hareketli ve romantik atmosferinin ortasında, Almine Rech’in sade ama etkileyici mimarisi, bu içsel yolculuk için mükemmel bir zemin sağlıyordu. Kentin dışındaki hız ve karmaşa, galerinin içindeki bu dingin ama bir o kadar da rahatsız edici atmosferle keskin bir tezat oluşturuyordu. Serginin açıldığı dönemde de dünya genelinde hissedilen o belirsizlik ve aidiyet arayışı, bu serginin mesajını daha da güçlü kılıyordu.

Eğer aidiyet kavramını, ev fikrini veya kendi içsel sığınağınızı sorgulamaya hazırsanız, Jess Valice’in “Home is Not a Place” sergisi, size sadece tablolar sunmayacak. Aynı zamanda, kendinize dair hiç düşünmediğiniz kapıları aralamanızı sağlayacak bir deneyim sunuyor. Oradan ayrıldığımda, evimin sadece bir yer olmadığını, asıl evin ruhumda taşıdığım her şey olduğunu daha iyi anladım.

Bu haber adada kalmaya devam etsin mi?

0 People voted this article. 0 Upvotes - 0 Downvotes.
svg

Aklında bir şey mi var?

Yorumları göster / Yorum bırak

Cevap ver

Yükleniyor
svg