Her toplumsal kırılma, kendi görsel dilini ve ifade alanını yaratır. 1969’daki Stonewall isyanları, yalnızca politik bir başkaldırının değil, aynı zamanda normların dışına itilmiş bir estetiğin de görünürlük kazanmasının fitilini ateşledi. İşte bu çalkantılı dönemde, J. Frederic “Fritz” Lohman ve ortağının vizyonuyla, sanatın bir direniş ve varoluş biçimi olabileceği fikriyle yeni bir alan yeşerdi: Bugün queer sanatın yaşayan belleği olan Leslie-Lohman Sanat Müzesi.
İkilinin bu sanatsal sığınağı ilk olarak Soho’nun post-endüstriyel dokusunun sert ve yaratıcı atmosferinde filizlendi. 1972’de Broome Caddesi’nde açılan Leslie Lohman Galerisi, o dönem için radikal bir adımdı; homoerotik ve eşcinsel temalı eserleri korkusuzca sergileyerek, görmezden gelinen bir sanat pratiğine alan açtı. Ancak bu cesur başlangıç, AIDS krizinin travmatik kopuşuyla derinden sarsıldı. Salgın, sadece sanatçıları ve koleksiyonerleri değil, aynı zamanda bir neslin hafızasını ve sanatsal üretimini de yok etme tehdidi taşıyordu. Galeri 1981’de kapılarını kapattığında, bu bir sondan çok, misyonun evrildiği bir dönüm noktası oldu.

Sergilemekten Korumaya: Yaşayan Bir Arşivin Doğuşu
Lohman ve ortağı, bu büyük kaybın ortasında sanatı yalnızca sergilemenin yetmeyeceğini, aynı zamanda onu tarihin ve unutuşun karşısında korumanın hayati önem taşıdığını anladı. 1987’de kurulan vakıf, bu koruma misyonunun bir kalesine dönüştü ve nihayetinde dünyanın ilk akredite queer sanat müzesi olarak küresel bir statü kazandı.
Bugün müze, bir anıt mezar değil, dinamik ve yaşayan bir organizma gibi nefes alıyor. Baş Küratör Stamatina Gregory’nin deyişiyle, kurum “yaşayan, çalışan sanatçılarla satın almaları önceliklendiriyor.” Bu felsefe, müzenin duvarları arasında somut bir karşılık buluyor. Jeremy Caja’nın “Cleveland’da Venüs’ün Doğumu” (1988) gibi eserler, koleksiyonun ruhunu yansıtıyor. Gregory’nin ifadesiyle Caja’nın işleri, “toplumsal cinsiyet ve dini yetiştirme konularında hem nüktedan hem de etkileyici bir sentez” sunarak, queer sanatın sorgulayıcı ve yıkıcı doğasını gözler önüne seriyor.
Müzenin güncel sergilerinden “Ficciones Patógenas” gibi projeler de bu dinamik yaklaşımın bir kanıtı. Kurulum, sanatın toplumsal adalet ve aktivizmle nasıl iç içe geçtiğini, estetik bir deneyimin nasıl politik bir farkındalığa dönüşebileceğini gösteriyor.
Koleksiyonlar direktörü Judy Giera’nın sözleri, müzenin varoluş nedenini özetliyor: “Amacımız, tarihin dışına itilerek kaybolacak queer sanatçılarını korumak.” Bu, yalnızca bir arşivleme çabası değil, aynı zamanda sanat kanonuna karşı alternatif bir tarih yazma eylemidir. Leslie-Lohman, 26 Wooster Caddesi’ndeki cephesinin ardında, sanatın en kişisel ve politik ifadelerini barındıran, queer sanatçıların geçmişini, bugününü ve geleceğini güvence altına alan vazgeçilmez bir kale olmaya devam ediyor.

Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak