Bazı sergiler vardır ki izlenmek için değil, yaşanmak için yaratılmıştır.
Lenworth “Joonbug” McIntosh’un The Stories I Tell Myself başlıklı kişisel sergisi de tam olarak böyle bir çalışmaydı. Resimlerin, hatıraların, çocukluk bakış açısının ve kolektif hafızanın iç içe geçtiği bu sergi; bir yalnızlık alanı değil, açık bir stüdyo gibiydi. Ziyaretçisini izleyici olmaktan çıkarıp tanıklığa davet eden bir alan.
🧠 McIntosh’un eserleri yalnızca geçmişe dair sahneler değil; çocukluğun zihinsel mimarisi.
Bu sergide yer alan tüm işler; *“küçük ben”*in gözünden yaratılmıştı. Yetişkin değil, çocuk boyundan bir bakış. Koca adamların gölgesinde, dans eden figürlerin eteğinde, horozlarla aynı hizada duran bir çocuk… Gördüğü şeyi tam olarak bilmeyen ama her şeyi duyan, koklayan, hisseden bir çocuk.
Bu sergi, o çocukla kurulan geç kalmış ama cesur bir diyalogdu.
🎨 “Soul Shakedown Party”, serginin hem en son tamamlanan hem de tüm üretim sürecinin ağırlığını taşıyan işi. Sanatçı bu resmi, kendi ifadesiyle, öğrenme sürecinin zirvesi olarak tanımlıyor.
O eserde artık sadece hatırlayan biri yok; anlayan biri var. Çocukluğun dansı, gölgelerin ağırlığıyla buluşuyor.
📷 McIntosh’un üretim sürecini fotoğraflarla belgeleyişi, sanatçının yalnız çalışmanın ötesine geçtiği bir başka katmanı oluşturuyor. Atölyesine giren dostlar, onu izleyen gözler, paylaşılan küçük cümleler… Tüm bunlar, sanatın bireysel değil, toplulukla şekillenen bir hafıza eylemi olduğunu kanıtlıyor.
Ve en güzeli: Bu topluluk, sanatçının kendi çevresi. Siyah arkadaşları. Hayran oldukları kadar onu destekleyen insanlar. Koleksiyoncu değil, tanık.
💬 No:26 Yorumu:
Joonbug’un işleri, sadece “güzel resimler” değil. Onlar, bir yaşam pratiğinin iz düşümleri.
Kimi zaman aile albümlerine benzeyen sahneler, kimi zaman bilinçdışının dışavurumu gibi fantastikleşen anlar…
Her tuval, kişisel olanın kamusallıkla, çocuk olanın bugünkü bedenle yeniden tanıştığı bir yüzleşme alanı.
The Stories I Tell Myself, yalnızca bir anı sergisi değil; göz hizasını değiştiren bir öyküydü.
Hem geçmişin içine eğilme cesareti, hem de o geçmişi bugünün sezgisiyle yeniden şekillendirme gücüyle…
Ve tüm bu sürecin sonunda, sanatçının kendisine söylediği şey belki de serginin özeti:
“Küçük ben’e: Ayakkabılarını çıkar.
Büyük ben’e: Olduğun yolda devam et.”
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak