Takvimler 2002’yi gösterdiğinde, Danny Boyle’un yönetmen koltuğunda oturduğu ve Alex Garland’ın kaleminden çıkan “28 Gün Sonra”, sinema perdesini bir alev topu gibi yakıp geçmişti. Koşan “enfekteler” ve dijital kameraların ham, tekinsiz estetiğiyle zombi mitosunu kökünden sarsan bu eser, türün seyrini sonsuza dek değiştirdi. Aradan geçen yirmi yılı aşkın sürenin ardından, bu vizyoner ikili, yarattıkları post-apokaliptik kabusu yeniden canlandırmak için bir araya geliyor. “28 Yıl Sonra”, sadece bir devam filmi değil, aynı zamanda sinema endüstrisinin en cesur kumarlarından biri olarak 2025 yazının ufkunda beliriyor.
Sony Pictures, bu kült serüvenin yeni halkası için kesenin ağzını sonuna kadar açmış durumda. Yaklaşık 75 milyon dolarlık bütçesiyle “28 Yıl Sonra”, genellikle düşük maliyet-yüksek kâr formülüyle tanınan korku sinemasının standartlarını altüst ediyor. Stüdyonun bu devasa yatırımı, yalnızca tek bir filmle sınırlı değil; şimdiden çekimleri tamamlanan “28 Yıl Sonra: Kemik Tapınağı” (The Bone Temple) ile birlikte potansiyel bir üçlemenin kapılarını aralıyor. Bu, ya bir gişe zaferiyle taçlanacak ya da stüdyo için ağır bir yara bırakacak, bıçak sırtı bir denge.
Peki, bu riskli yatırımın temelleri ne kadar sağlam? İlk göstergeler, beklentilerin ötesinde bir heyecana işaret ediyor. Filmin yurt içi açılış haftası için öngörülen 42 ila 50 milyon dolarlık gişe tahmini, ön satışlardaki güçlü ilgiyle birleştiğinde, “Öfke Virüsü”nün bıraktığı mirasın hala ne denli canlı olduğunu kanıtlıyor. Bu rakamlar, filmi son yılların en çok beklenen korku yapımlarından biri konumuna getiriyor.
Bu yeni sinematografik deneyim, bizi virüsün harap ettiği İngiltere’den uzaklara, hayatta kalan bir grubun sığındığı izole bir adaya götürüyor. Ancak gruptan birinin adayı terk etmesiyle, dış dünyadaki sırların ve dehşetin aslında hiç bitmediği gerçeğiyle yüzleşilir. Aaron Taylor-Johnson, Ralph Fiennes ve Jodie Comer gibi dev isimlerden oluşan oyuncu kadrosu, projenin ciddiyetini ve kalibresini ortaya koyuyor. Ancak asıl heyecan verici olan, serinin başlangıç noktasındaki o yalnız adamın, Cillian Murphy’nin, hikâyeye geri döneceği beklentisi. Murphy’nin varlığı, “28 Gün Sonra”nın ruhunu taşıyan ve mirası onurlandıran bir köprü niteliğinde.
Elbette, büyük bütçeli zombi filmlerinin gişedeki sınavı her zaman çetin olmuştur. Brad Pitt’li “Dünya Savaşı Z” (World War Z), 190 milyon dolarlık devasa bütçesine karşılık 540 milyon dolar hasılat elde ederek bu alanda nadir bir başarı öyküsü yazmıştı. Diğer yanda ise, eleştirmenlerden tam not alsa da gişede beklentilerin altında kalan “Blade Runner 2049” gibi, kült bir mirası devralmanın ağırlığını taşıyamayan yapımlar var. “28 Yıl Sonra”, bu iki kaderden hangisini yaşayacak?
Sony’nin elindeki en büyük kozlardan biri, “28 Gün Sonra” ve “28 Hafta Sonra” filmlerinin dijital platformlarda, özellikle Hulu ve Disney+’ta yeniden keşfedilerek yeni bir hayran kitlesi kazanması. Bu durum, eski izleyicinin nostaljisini ve yeni neslin merakını aynı potada eritiyor. Eğer film, eleştirmenlerin övgüsünü arkasına alabilir ve ilk filmin o sinir uçlarına dokunan, rahatsız edici atmosferini modern bir dille yeniden yaratabilirse, Sony’nin bu büyük kumarı, önümüzdeki yıllara damga vuracak bir sinematik evrenin başlangıcı olabilir.
20 Haziran 2025’te, “Öfke Virüsü” bir kez daha serbest kaldığında, sinema salonlarını sadece çığlıklar değil, aynı zamanda sinema tarihinin en ikonik korku serilerinden birinin geleceğine dair kader anının yankıları dolduracak. Boyle ve Garland’ın vizyonu, yirmi yıl sonra bile hala aynı güce sahip mi? Cevap perdede gizli.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak