Jenna Hasse’nin ilk uzun metrajı L’amour du monde (Dünyayı Özlemek), büyük dramalardan veya keskin olay örgülerinden beslenmiyor. Aksine, Cenevre Gölü’nün dingin sularına yansıyan o belirsiz, tatlı ve bir o kadar da melankolik yaz hissinin ta kendisinden doğuyor. Film, henüz tam olarak “buraya” ait olamamanın, başka bir dünyanın özlemiyle yanıp tutuşmanın sessiz ve şiirsel bir portresini çiziyor.
Hikayenin merkezinde, yazını bir çocuk bakım evinde geçiren 14 yaşındaki Margaux’un (Clarisse Moussa) durgun gözleri var. Onun yörüngesine, hayatın ağırlığını henüz omuzlarında hissetmeye başlamış 7 yaşındaki Juliette (Esin Demircan) ve uzak diyarlardan getirdiği sessizlikle örülü bir kederi taşıyan balıkçı Joël (Marc Oosterhoff) giriyor. Bu üç farklı ruh, yaşlarının ve deneyimlerinin ötesinde, evrensel bir duyguda birleşiyor: bulundukları yere ve zamana karşı duydukları o “sessiz red”. Onları birbirine bağlayan şey, kelimelerden çok, paylaştıkları bu ortak kaçış arzusudur.
Hasse, kamerasını karakterlerine bir yargıç gibi değil, sabırlı bir dost gibi yaklaştırıyor. Filmin sinematografisi, Cenevre Gölü’nü bir kartpostal güzelliğiyle sunmaktan ziyade, karakterlerin içsel manzaralarının bir yansıması olarak kullanıyor. Suya vuran ışığın titreşimleri, uzun yaz günlerinin yavaş ritmi ve gölün sakin ama derin suları, bu üç yalnız ruhun kelimelere dökülmeyen duygularının görsel bir karşılığı haline geliyor. Hasse, büyük diyaloglar yerine, bir bakışın, bir duraksamanın veya suyun üzerinde kayan bir teknenin yarattığı atmosferin gücüne inanıyor.
Özellikle Clarisse Moussa’nın canlandırdığı Margaux karakteri, filmin duygusal çapası. Moussa, ergenliğin o karmaşık eşiğinde duran bir gencin içe dönük dünyasını, abartıdan uzak, son derece doğal bir performansla perdeye taşıyor. Onun sessizliği, aslında en çok şeyi anlatan diyalog. Juliette’in çocuksu masumiyeti ve Joël’in yorgun sükuneti, Margaux’un kendini keşfetme yolculuğunda birer ayna görevi görüyor.
Sonuç olarak, L’amour du monde, bir büyüme hikayesinden çok, o büyüme anının hassas ve kırılgan atmosferine yapılmış bir yolculuk. Film, dünyayı keşfetme arzusunun aslında kendini keşfetme özleminden ayrı tutulamayacağını fısıldıyor. Jenna Hasse, seyirciyi, bir yaz boyunca süren o kısa ama sonsuz hissettiren anların içinde, karakterlerinin yanında sessizce durmaya ve onların kalbindeki o dinmeyen “uzak yer” özlemini hissetmeye davet ediyor.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak