Londra’nın kalbindeki Serpentine Galleries’e adım attığımızda, bizi Giuseppe Penone‘nin “Thoughts in the Roots” sergisiyle karşılaşıyoruz. Serginin, 3 Nisan’da açılıp 7 Eylül 2025’e kadar devam ettiğini bilerek, bu anın geçiciliği ve doğanın kalıcılığı üzerine bir yolculuğa çıktığımızı hissediyoruz. Penone’nin sanatı, insan ve doğa arasındaki karmaşık ilişkileri, eserlerinin her bir katmanında derinlemesine sorguluyor.
Serginin merkezinde, ağacın sanatçının deyişiyle “canlılığın, kültürün ve heykelin en ilkel ve en basit fikrini” somutlaştıran heykellerine tanık oluyoruz. Penone’nin, dış halkalarını oyarak ağacın orijinal formunu ortaya çıkardığı “Alberi” serisindeki eserler , bir zamanlar nasıl göründüğünü gözler önüne seriyordu. Sanatçının “ağaç için her kelime, yağmurlu günleri, güneşi ve sisi bir araya getirir” sözü, bu eserlerin sadece ahşap parçaları değil, aynı zamanda zamanın, mekanın ve doğanın kolektif belleğini taşıyan canlı metinler olduğunu bize gösteriyor. Bu yaklaşımı, “güneşli, yağmurlu, karlı ve donlu günlerin oyduğu, böceklerle, hayvanlarla, kazalarla, yaralarla ve diğer bitkilerin okşamalarıyla şekillenen ahşabın mahrem tarihine nüfuz etmek” olarak tanımlıyordu.
Sergi, sadece ağaçlara değil, bedenin ve nefesin izlerine de odaklanıyor. Defne yapraklarının galeriyi kaplayan kokusuyla duyusal bir enstalasyon olan “Respirare l’ombra” , bize Penone’nin “yaprakların gölgesini bedenimizde sakladığımız gölgeyle birleştirerek beslenmek” sözünü hatırlatıyor. Bu enstalasyonda, bir insan akciğerinin altın döküm heykeli, yaprakların ortasında asılı duruyordu. Benzer şekilde, “Soffio di foglie” eserinde , sanatçının şimşir yaprakları yığınına nefes vererek kendi bedenin ve nefesinin izlerini kaydettiğini , insan jestlerinin ve beden ile bitkiler arasındaki değiş tokuş edilebilirliğin etkisini araştırdığını görüyoruz.
Sergideki bir başka bölüm ise görme duyusunu merkeze alan “A occhi chiusi” adlı çalışmaydı. Penone’nin ayna lensli kontakt lenslerle doğrudan izleyiciye baktığı 1970 tarihli bir fotoğraf , onun görme duyusunu kesintiye uğratarak kendi bedeninin hacmini bir heykel olarak tanımladığını söyleyerek , “görüşün yokluğunun hayal gücü için alan yarattığını” belirtiyordu. Bu imgeler, akasya dikenleriyle işlenmiş ve kapalı gözleri temsil eden bir dizi eserde daha da derinleşiyordu. Serginin sadece iç mekânla sınırlı kalmadığını, Kensington Bahçeleri‘ne de uzandığını gözlemledik. Bahçedeki canlı bitkiler arasına yerleştirilmiş, insan boyutunda üç bronz ağaç, insan jestleri ile organik dünya arasındaki sınırları bulanıklaştırıyordu.
Giuseppe Penone’nin eserleri, bize doğanın, zamanın ve insan varlığının birbirinden ayrılamaz olduğunu, sanatın da bu döngüsel bütünün bir parçası olduğunu gösterdi. Bu sergi, materyallerin nasıl düşünebildiği, pigmentin ve mürekkebin taklitçiliğin ötesinde nasıl anlam üretebildiği üzerine bitmeyen bir sorgulama alanı sundu. Doğayla olan ilişkimizi yeniden düşünmemizi sağlayan bu sergi, sanatın gücüyle kendimizi ve dünyayı daha derinden anlamamıza yardımcı oldu.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak