POMECO, nar suyu üretiminin yan ürünü olan geri dönüştürülmüş nar kabuğu atıklarından üretilen bir biyo-deri alternatifidir.
1. 🌟 Nar kabuğu… Bu kadar sessiz, bu kadar gündelik bir şey sizde ne zaman “yeniden hayat” fikrini uyandırdı?
Bir gün pazar poşetinden düşen nar kabuklarına baktım. Herkesin hemen çöpe attığı o kırmızı, çatlak yüzeyin içinde bir potansiyel hissettim. Sessizdi ama güçlüydü. O an, bir atığın yeniden hayata dönebileceği fikri kalbime düştü. Yeniden hayat, doğada zaten hep var olan bir döngüydü; biz sadece onu tekrar hatırlamalıydık.
2. 🌟 İlk prototipin ortaya çıktığı gün neye benziyordu?
Hatırlıyorum… Laboratuvarda herkes nefesini tutmuştu. Hafif meyvemsi bir koku yayıldı ortama, narın özünden kalan bir izdi bu. Dokusu beklediğimizden çok daha güçlüydü ama aynı zamanda yumuşak bir inat taşıyordu içinde. Elime aldığımda, içimde hem çocukça bir sevinç hem de derin bir huzur vardı. O an, “işte bu” dedim.
3. 🌟 Bir atığı değerli kılarken en çok neye direnmeniz gerekti?
“Bu işe yatırım yapılmaz.” cümlesini defalarca duyduk. Kabuğun değersiz görüldüğü bir düzende, onun potansiyelini göstermek zaman aldı. En çok, “Bu kadar emek bir atık için mi?” sorusunun görünmeyen ağırlığına direndik. Ama her adımda, o atığın aslında bir cevher olduğunu daha çok hissettik.
4. 🌟 Nar kabuğunun sabırlı dönüşümüyle kendi yolculuğunuz arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Nar kabuğu hemen çözülmez, hemen biçim almaz. Bekler, incelersiniz, tanırsınız. Ben de öyleydim bu yolda. Her reddediliş, her gecikme beni dönüştürdü. Kabuğundan çıkan malzeme gibi; ben de zamanla daha esnek ama daha dirençli oldum. Sabır, hem hammaddemizde hem iç dünyamızda kilit kelime oldu.
5. 🌟 “Bunu birileri zaten yapıyordur” diyerek vazgeçme eşiğine geldiniz mi? Ne sizi tuttu?
Çok kez. Bazen bir yarışma sonucu açıklanırken, bazen teknik bir arıza günümüzü mahvettiğinde. Ama sonra, küçük bir ekip arkadaşımın gözlerindeki ışıltıyı hatırladım. Ya da bir e-postada gelen “Bu harika bir fikir” cümlesini. Beni tutan şey, bu fikrin birilerinde yankı bulduğunu bilmekti.
6. 🌟 Pomeco bir kumaş olsaydı, sadece dayanıklılığıyla mı bilinirdi? Yoksa hangi duyguyu taşırdı?
Pomeco dokununca sessizce konuşan bir kumaş olurdu. Dirençli, ama yumuşak; kırılgan değil ama duygulu. İçinde bir inat, bir kararlılık ama aynı zamanda doğaya karşı derin bir saygı taşırdı. Belki de en çok “sessiz cesaret” duygusunu verir, fark edilmeden dönüşen şeylerin gücünü anlatırdı.
7. 🌟 “Ekolojik olmak” artık bir pazarlama dili. Sizce Pomeco’yu bu klişeden ayıran şey ne?
Pomeco, sadece “eko” olduğu için değil; döngüyü tamamladığı için farklı. Biz sadece doğaya zarar vermemekle kalmıyoruz, onunla birlikte düşünüyor ve yaşıyoruz. Göstermelik bir yeşillik değil bizimki, toprağın altındaki sesi duyma çabası. Klişeler değil, gerçek dönüşüm.
8. 🌟 En çok hangi sektörde sizi “tüketilmek” yerine “anlaşılmak” zorladı?
Moda. Hızlı üretim, hızlı tüketim… Her şey çok çabuk değişiyor. Ama biz yavaş bir fikirdik. Kalıcı olmak, anlam kazanmak zaman alır. Bizi ürün değil, bir fikir olarak görmek isteyenlerle ancak yol alabildik. Anlaşıldığımız yerlerde gerçek dönüşüm başladı.
9. 🌟 Pomeco bir tabak olsaydı, hangi yemeği taşırdı?
Zeytinyağlı enginar. Hem köklerinden gelen bir bilgelik taşırdı hem de sade bir zarafet. İlk bakışta mütevazı, ama tanıdıkça zengin. Doğanın özüne saygılı, ama sunumuyla da zamansız bir şıklıkta olurdu.
10. 🌟 Pomeco bir hikâye kitabı olsaydı, hangi yaşta okunurdu? Ve hangi bölümde ağlatırdı?
Pomeco, 30’larında okunan bir hikâye kitabı olurdu. Hayatta dönüştüremediğimiz şeylerin ağırlığını ilk kez fark ettiğimiz yaşta… Ağlatan bölüm ise; atık gibi görülen şeyin bir başkasının hayaline dönüşmesini anlatan bir pasaj olurdu. Çünkü gerçek değişim, tam da orada başlar.