Paul Thomas Anderson imzalı One Battle After Another, 2025’in yalnızca en iyi filmi değil, aynı zamanda son yılların en cesur sinema deneyimlerinden biri. Büyük bütçeli stüdyo yapımlarının giderek tekdüzeleştiği bir dönemde, politik damarını saklamayan, hem kara mizah hem de aksiyonla örülü bu film neredeyse imkânsız bir mucize gibi perdede beliriyor. VistaVision tekniğiyle çekilen film, modern dünyanın hayalet imgelerini sinemaya taşıyor: gece boyunca aydınlatılan sınır duvarı, sokaklarda protestoculara saldıran polisler, kafeste oynayan çocuklar. Anderson bu imgeleri seyircinin zihnine kazırken vaaz vermiyor; aksine, sinemanın kendi diliyle günümüzün huzursuzluğunu görünür kılıyor.
Film, Thomas Pynchon’ın Vineland romanından esinleniyor ama Anderson’ın elinde bambaşka bir dünyaya evriliyor. Merkezde, devrimci bir hücre ve o hücrenin giderek dağılmış, hayata yenik düşmüş üyeleri var. Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı Pat, patlayıcı uzmanı kimliğiyle bu grubun öne çıkan yüzü. Yanında Teyana Taylor’ın korkusuzca oynadığı Perfidia Beverly Hills var. İkili, sisteme karşı eylemler gerçekleştirirken, Sean Penn’in vücuda getirdiği faşizan asker Lockjaw’un hedefi haline geliyor. Penn’in oynadığı karakter öylesine grotesk ve ürpertici ki, uzun zamandır sinemada böylesine nefret uyandıran bir kötüye rastlanmamıştı.
Anderson filmin tonunu sürekli keskin dönüşlerle kuruyor. Bir yanda sisteme karşı mücadele eden karakterlerin çıkmazları, diğer yanda absürt bir mizah duygusu. “Christmas Adventurers Club” adını taşıyan beyaz üstünlükçü bir örgüt, toplantılarında “Hail Saint Nick!” diye bağırıyor; bu, günümüz dünyasının saçmalığını kara mizahın en uç noktasına taşıyor. Anderson’ın başarısı, bu karanlık ve komik atmosferleri aynı anda yaşatabilmesinde.
Hikâye ilerledikçe DiCaprio’nun karakteri Pat, sahte kimliklerle saklanmak zorunda kalıyor; kızı Willa ile hayatta kalmaya çalışırken, 16 yıl sonrasına sıçrayan anlatı bizi yeni bir evreye taşıyor. Burada devreye giren Chase Infiniti, yılın en büyük sürprizlerinden biri. Genç oyuncu, filmin kalbini taşıyan performansı ile izleyiciyi hem dehşete hem de empatiye sürüklüyor. DiCaprio ise yıllardır en iyi yaptığı şeye geri dönüyor: komedi ile trajediyi aynı anda hissettiren, sersem ama sevimli bir kaybeden portresi çiziyor. Onun gün boyu sabahlıkla dolaşan, kafası karışık hâli filmin dramatik gerginliğini sürekli hafifletiyor ve seyirciyi güldürerek yakalıyor.
Anderson’ın alametifarikası, karakter odaklı derinlikleri bir tür aksiyon sinemasının enerjisiyle harmanlaması. Film, neredeyse baştan sona süren bir kovalamaca hissiyle akıyor; araba sahneleri, silahlı çatışmalar ve patlamalar, ritmini hiç kaybetmeden iki buçuk saati geçirtiyor. Bu ölçek, günümüz Hollywood’unda neredeyse unutulmuş bir deneyimi yeniden canlandırıyor. Jonny Greenwood’un gergin ve çarpıcı müzikleri de filmin ateşli temposunu destekliyor.
One Battle After Another, yalnızca politik göndermeleriyle değil, sinemanın ne olabileceğini hatırlatmasıyla da yılın en önemli filmi. Anderson, seyirciye eğlenceli ve sürükleyici bir aksiyon sunarken, aynı zamanda baskıcı bir sistemin gerçek yüzünü hatırlatıyor. Ortaya çıkan tablo, hem kışkırtıcı hem de büyüleyici: devrim fikrinin hâlâ canlı olduğunu söyleyen bir sinema.