Stephen King’in önerileri, korku severler için her zaman dikkate alınır. Yazarın geçtiğimiz günlerde Netflix dizisi The Fall of the House of Usher için söylediği sözler ise bir kez daha gündem yarattı. King, Mike Flanagan’ın Edgar Allan Poe uyarlamasını izledikten sonra, onu “korkunun Quentin Tarantino’su” olarak niteledi.
Bu benzetmenin ardında yalnızca türler arası oyun değil, yaratıcı bir “yeniden yazma” enerjisi var. Tarantino nasıl suç, western ya da savaş filmlerini kendi damgasıyla bambaşka bir anlatıya dönüştürüyorsa, Flanagan da korkuyu klişelerden arındırıp modern bir dile taşıyor. The Fall of the House of Usher, Poe’nun karanlık öykülerini günümüzün şirket entrikalarıyla buluştururken, izleyiciye hem gotik bir atmosfer hem de çağdaş bir hiciv sunuyor.
Flanagan’ın yolu uzun süredir King’le kesişiyor. Gerald’s Game, Doctor Sleep ve The Life of Chuck uyarlamalarıyla hem eleştirmenlerden hem de yazardan övgü aldı. Şimdi sırada Carrie ve uzun süredir hayata geçirilmeye çalışılan The Dark Tower var. King, daha önce The Haunting of Hill House için “neredeyse bir deha eseri” diyerek Flanagan’ın yaklaşımını onaylamıştı.
Yönetmenin üslubu, King’in eserlerinden fazlasıyla besleniyor: küçük topluluklarda filizlenen korkular, karakterlerin içsel yaraları, doğaüstünün insana dair çatışmaları büyütmek için kullanılması. Örneğin Midnight Mass, King külliyatına ait olmasa da onun kasaba temelli korkularını ve insan doğasına dair karanlık sorularını yankılıyor.
King’in işaret ettiği nokta şu: Flanagan’ın yapıtları yalnızca kan ve ani korku üzerine değil, insanın kırılganlığı ve dönüşümü üzerine kurulu. Poe’nun gotiğiyle King’in karakter derinliğini bir araya getirerek yeni bir dil kuruyor.
Sonuçta “korkunun Tarantino’su” benzetmesi, Flanagan’ın türün kurallarını bozarak kendine özgü bir estetik kurmasından kaynaklanıyor. Ama belki de daha doğru tanım şu olabilir: Flanagan, King’in edebiyatta açtığı yolu sinemada sürdüren, çağdaş korkunun en güçlü anlatıcılarından biri.