
Kadıköy’ün o hiç bitmeyen ritmi içinde, Bahariye’nin kalbinde yükselen Baba Sahne, bu kış bizi sadece alkış sesleriyle değil, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir kültürel köprüyle; Mehmet Muazzez Özduygu’nun, namıdiğer “Kadıköylü Muazzez” in üç özel eseriyle karşılıyor. Apartman No: 26’nın bu haftaki sanat rotasında, fırçasını bir perde gibi kullanan, Karagöz’den Ortaoyunu’na geleneksel ruhu tuvale hapseden bir ustaya selam duruyoruz.
Mehmet Muazzez Özduygu’nun (1871-1956) hikâyesi, bir sanatçının kendini yeniden keşfetme cesaretinin en zarif örneklerinden biri. Bahriye Sanayi Alayı’ndan bir mızıka subayı olarak mezun olan Muazzez, ruhundaki resim tutkusuna engel olamaz ve rotasını Sanayi-i Nefise Mektebi’ne (bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) çevirir.
Askeri üniformasını çıkarıp sanatın hür cübbesini giydiğinde, sadece bir ressam değil, aynı zamanda sahnenin tozunu yutan bir “anlatıcı” olur. Ortaoyunu sahnesinde canlandırdığı Arnavut ve Laz tiplemeleriyle seyirciyi güldürürken, tuvalin başında ise Kavuklu Hamdi Bey ve Pişekâr Küçük İsmail Efendi gibi devlerin ruhunu ölümsüzleştirir.
Şevket Çoruh’un büyük bir tutku ve tamamen kendi yatırımıyla Kadıköy’e kazandırdığı Baba Sahne, bir tiyatro binası olmanın ötesinde, yaşayan bir sanat evi misyonunu üstleniyor. Şimdi fuayesinde sergilenen bu üç tablo, Muazzez’in çok yönlü sanat pratiğini gözler önüne seriyor:
Sahnenin Renkleri: Muazzez’in resimlerinde sünnet düğünleri, geleneksel eğlenceler ve Karagöz tasvirleri sadece birer konu değil; bir dönemin kolektif hafızasıdır.
Deri ve Fırça: Sanatçı, deve derisinden hazırlayıp bizzat boyadığı Karagöz figürleriyle gölge oyununu sahneye taşırken, aynı titizliği yağlı boya tablolarındaki detaylarda da sürdürür.
Muazzez İmzası: Soyadı Kanunu ile Özduygu adını alsa da, Kadıköy’e ve sanatına duyduğu o sarsılmaz aidiyetle eserlerini her zaman sadece Muazzez olarak imzalamıştır.






