Son zamanlarda The Good Place dizisini izleyenler bilir, bu harika dizi bizi hem eğlendiriyor hem de insan doğasının derinliklerini sorgulatıyor. Ama oturdum düşündüm ve kendi kendime sordum: “Ya The Good Place günümüzde yaşanan bu olayları konu alan bir bölüm yapsaydı ne olurdu?” Cevap beni derin düşüncelere sürükledi.
Bölüm şu şekilde başlıyor: Michael, herkesi acil bir toplantıya çağırıyor. The Bad Place bile bu kadar kötü olamaz dercesine yüzünde şaşkınlıkla Dünya’da hızla yayılan bir olayı açıklıyor: Türkiye’de ve tüm dünyada yaygınlaşan “incel” hareketi. Bu hareket, The Bad Place’in bile planlamadığı kadar karışık ve zararlı. Kötülüğün ve nefretin kaynağı, hiçbir kötü planlayıcının elinde değil; tamamen insanların içsel karanlığından doğuyor.
Hani şu “insan, insanın kurdudur” lafı vardır ya, işte tam olarak o.
Michael bile şaşkın, çünkü her zaman bu kadar büyük çaplı kötülüğün “The Bad Place” gibi bir sistemin elinden çıktığını düşünürdük. Ama şimdi burada, insanların kendi içlerindeki öfkeyle, dışlanmışlık hissiyle, güvensizlikle birbirlerine karşı nefret saçtığı bir durumu görüyoruz. Ve bu nefret, tamamen kendiliğinden; kimsenin kışkırtmasına gerek kalmadan ortaya çıkıyor. The Bad Place’in patronu Shawn bile, “Biz bile bu kadar ileri gitmezdik” diyor ve insanın içindeki kötülüğün sınırlarının olmadığını fark ediyor.
“İncel” gibi hareketlerin yükselişi, toplumsal baskılar, sosyal medyanın gücü ve bu güçle yayılan yanlış bilgiler…
Bütün bunlar, insanların yalnızlığını, güvensizliğini ve kırılganlığını kullanarak nasıl da büyük bir nefret çemberine dönüştürebiliyor? Eleanor ve ekip, bu durumu çözmek için çalışıyor ama bu sefer karşılarında dev bir duvar var: İnsan doğasının en karanlık yanı.
Eleanor sinirli bir şekilde, “Biz The Bad Place’ten daha kötüyüz ve bu durumu düzeltemiyoruz” diyor. Bu cümle aslında bugünün dünyasında da yankı buluyor. İnternetin ve sosyal medyanın bizi birbirimize nasıl düşman ettiğini, nasıl kendimizi değersiz hissettiğimizi ve nasıl topluca bir öfkeye kapıldığımızı görüyoruz. Bu noktada Chidi’nin mantığı bile yetersiz kalıyor. Çünkü bu, felsefeyle çözülmesi çok zor bir durum: Korku ve dışlanmışlık, mantığın sınırlarını aşıyor.
Jason’ın, “Neden insanlar birbirine iyi davranmıyor ki?” sorusu ise saf ve doğru bir hatırlatma. Belki de basit düşünmek, çözümün anahtarıdır. Ama gerçek dünyada işler bu kadar basit değil; insanlar, özellikle de gençler, başkalarının onlara ne kadar kötü davrandığını hissettiklerinde içlerindeki karanlığa yenik düşebiliyorlar.
Dizide ekip, The Bad Place’in bile planlayamayacağı bir kötülüğün önüne geçmek için çabalarken, biz de burada oturmuş kendi kötülüğümüzle yüzleşiyoruz. Çoğu zaman suçlayacak birilerini ararız, kötü bir planı, bir “düşman”ı işaret etmeyi tercih ederiz. Ama ya kötülük dışarıda değilse? Ya kötülük, bizim içimizden geliyorsa? Bu durumda ne yapacağız?
Michael’ın sözleriyle bitirelim: “Kötülük her zaman planlı olmaz. Bazen insanların içinde, korkularından ve dışlanmışlıklarından beslenen bir karanlık vardır ki bu, bizim bile yapmaya cesaret edemeyeceğimiz bir yıkımı getirir.”
Kendimi The Good Place ve The Bad Place’in bu dünyada olduğu düşüncesinden koparamıyorum. Belki de her şey burada, bu dünyada olup bitecek; iyiliği ve kötülüğü burada görecek, hesaplarımızı burada kapatacağız. Eğer gerçekten böyleyse, o zaman sormak lazım: İyiler neden ayağa kalkmıyor? Karanlık bu kadar güçlenirken, sessizlik bir seçim olamaz. Bu sessizlik ne zaman kendini imha edecek?
Uzun yıllar Sivil Toplum Kuruluşlarında görev yapmış biri olarak söyleyebilirim ki: Şimdi harekete geçme zamanı. Beklemek, izlemek, başkalarının adım atmasını ummak—bunların hiçbiri çözüm değil. Artık durduğumuz yerden kalkıp bu sessizliği bozmanın ve gerçekten bir fark yaratmanın zamanı geldi. Neredesiniz? Eylemsizlik, şu an en büyük düşmanımız.
Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum yap