Akıştasın: ” I Love LA ” Modern Şöhretin Kaosu ve Komedisini Anlatan Yeni HBO Fenomeni

Yükleniyor
svg

” I Love LA ” Modern Şöhretin Kaosu ve Komedisini Anlatan Yeni HBO Fenomeni

Kasım 1, 20257 dk okuma süresi

Los Angeles’ta herkes bir şey olmanın peşinde — ama kimse gerçekten kim olduğunu bilmiyor. Rachel Sennott’un yarattığı ve başrolünde yer aldığı HBO dizisi I Love LA, bu şehirdeki bitmek bilmez görünme tutkusunu, dostlukla rekabet arasındaki o ince çizgiyi ve “otantik olma” takıntısının içini boşaltan çağdaş şöhret anlayışını bir kara mizah şölenine dönüştürüyor. Dizi, ne tamamen Hollywood’un ihtişamına odaklanıyor ne de o dünyanın dışında kalabilmiş insanlara; tam tersine, ışığın etrafında dolanan, ama bir türlü merkeze giremeyenlerin öyküsünü anlatıyor: PR asistanları, stilistler, içerik üreticileri, influencer’lar ve sürekli parlayan başkalarının gölgesinde kaybolanlar.

Rachel Sennott’un kaleminden çıkan bu hikâye, Los Angeles’ı hem bir sahne hem de bir lunapark aynası gibi kullanıyor. Herkesin “gerçek” göründüğü ama kimsenin gerçek olmadığı bu şehirde, Sennott’un karakteri Maia, ün ve aidiyet arayışının içinde hem güldürüyor hem acıtıyor. Onun hikâyesi, kahkahalarla örtülmüş bir varoluş krizi aslında; herkesin her gün “performans” yaptığı bir çağda, performans yapmadan var olmanın neredeyse imkânsız oluşunun temsili.

I Love LA, influencer kültürünü yalnızca alaya almıyor, aynı zamanda onu anlamaya çalışıyor. Dizi, The Idol ve Swarm gibi yapımların bıraktığı yerden devam ediyor ama bu defa karanlık bir eleştiriden çok, bir öz farkındalık oyununa dönüşüyor. Sennott’un mizahı “kendisiyle dalga geçmeyi” merkezine alıyor; ironiyle samimiyet arasında gidip gelen diyaloglar, sosyal medyanın iç içe geçmiş kimliklerini gözler önüne seriyor. Her bölüm, izleyiciye “Acaba ben de böyle miyim?” dedirtecek kadar ayna tutuyor.

Dizinin merkezinde Maia ve bir zamanlar en yakın arkadaşı olan, şimdi ise viral bir yıldız haline gelen Tallulah var. Bu ikilinin yeniden bir araya gelişi, sosyal medyanın en iyi bildiği duygunun — kıskançlığın — bir tür komediye dönüşmesine neden oluyor. Dostluk, dayanışma ve başarı gibi kavramlar, kamera filtrelerinin ve dikkat ekonomisinin arasında eriyip gidiyor. İzleyici, bu iki kadının birbirine destek olurken aynı zamanda nasıl sessizce rekabet ettiğini izlerken, ekran karşısında rahatsız edici bir tanıdıklık hissediyor. Çünkü artık hepimiz, bir başkasının “paylaştığı hayat”la kendi hayatımızı kıyaslayarak yaşıyoruz.

Dizinin enerjisi çılgın, temposu yüksek, ama içinde derin bir hüzün var. Los Angeles’ın ışıl ışıl caddeleri, I Love LA’de neredeyse distopik bir arka plana dönüşüyor; herkesin “kendini gerçekleştirdiği” bir şehir gibi görünse de aslında kimsenin gerçekten tatmin olamadığı bir boşluk hissi hâkim. Kamera, stilize edilmiş bir gerçeklik yaratıyor — fazla güzel, fazla parlak, ama bu tam da dizinin eleştirdiği şey: “fazlalık”. Görsel ton, her karede ironiyle harmanlanıyor; ne kadar kusursuz görünürse o kadar kırılgan hissettiriyor.

Rachel Sennott, hem kamera önünde hem arkasında enerjisini bulaştırıcı bir şekilde hissettiriyor. Onun mizahı, yalnızca espriden ibaret değil; modern hayatın saçmalığını bir duygu olarak anlatıyor. I Love LA, aslında bir komedi değil, bir kriz belgeseli gibi işliyor — sadece daha parlak, daha gürültülü ve daha dürüst. Karakterler sürekli gülerken içten içe çöküyor, bir yandan birbirlerine destek oluyorlar, diğer yandan birbirlerinin başarılarından besleniyorlar. Bu, çağımızın dostluk biçimi: kalp emojisiyle başlayan, kıskançlıkla biten bir ilişki döngüsü.

Sennott’un yönetiminde dizi, kendi kaosunu stil olarak benimsiyor. Hızlı kesimler, elde kamera estetiği, sahneler arası aniden değişen tonlar — her şey sosyal medyanın temposunu yansıtıyor. İzleyici bir an kahkahaya boğulurken bir sonraki sahnede içsel bir sıkışma hissediyor. Sennott’un amacı eleştirmek değil, göstermek: hepimizin kendi profilinde oynadığı karakteri biraz olsun fark ettirmek.

SXSW 2025’teki prömiyerinden itibaren dizi, “HBO’nun yeni Girls’ü” olarak anılmaya başlandı. Ancak I Love LA, Girls’ün varoluşsal sancısını TikTok çağının diline tercüme ediyor. Sosyal medya ironisiyle yoğrulmuş bir dünya, karakterlerin duygusal çöküşüne mizahi bir filtre ekliyor. HBO’nun yayın stratejisi de bu ironiyi sürdürerek, diziyi kendi dijital kültürünün parçası haline getiriyor — Rachel Sennott’un “hazırlanıyorum” videoları, dizi tanıtımıyla parodi arasındaki çizgiyi tamamen siliyor.

Sonuçta I Love LA, yalnızca Los Angeles’a değil, tüm dijital çağın haletiruhiyesine yazılmış bir mektup gibi. Sennott, influencer kültürünü alaya alırken aynı zamanda onun kaçınılmaz bir gerçek olduğunu kabul ediyor. Dizi, şu cümleyi adeta altın harflerle yazıyor:

“Herkes performans yapıyor — ama en etkileyici performans, bunun farkında olanlarınki.”

Ve belki de bu yüzden I Love LA, yalnızca komik değil; rahatsız edici derecede tanıdık, trajik ve dürüst. Çünkü artık hiçbir şey sahte değilmiş gibi sahte; ve herkes gerçekmiş gibi oynarken, bu oyunun içinde kimsenin gerçeği kalmamış durumda.

Bu haber adada kalmaya devam etsin mi?

0 People voted this article. 0 Upvotes - 0 Downvotes.
Yükleniyor
svg