Londra’daki Kate MacGarry galerisi, Turner Ödülü sahibi ve çağdaş sanatın en önemli isimlerinden Helen Cammock’un ikinci kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. 12 Eylül – 25 Ekim 2025 tarihleri arasında ziyaret edilebilecek olan “Pelicans Dive At Half Light”, sanatçının babasının büyüdüğü Jamaika’ya yaptığı ziyaret sırasında ürettiği rölyef baskılardan oluşuyor ve Cammock’ın yerinden edilme ve kimlik arayışı üzerine yaptığı derin sorgulamaları gözler önüne seriyor.
Serginin başlığına ilham veren bir an, sanatçının babasının Jamaika sularında, beline kadar suya girmişken bir pelikanın ona yanaşmasıyla başlıyor. Bu anı, hem bir hayranlık hem de korku hissi uyandırıyor; “tıraş bıçağı kadar keskin gagalı, hantal bir bedenin zarafeti karşısında hem korktum hem de heyecanlandım” diyerek bu deneyimin karmaşıklığını ifade ediyor. Cammock, bu anıyı kişisel belleğinin bir parçası olarak alıyor ve onu yerinden edilmişlik, aidiyet ve diasporik kimliğin “liminal süspansiyonu” (eşiksel askıda kalma durumu) gibi evrensel temalarla harmanlıyor.
Cammock’un sanatsal pratiği, ses ve yazının kendisi için bir başlangıç noktası olmasıyla benzersiz bir yol izliyor. O, sesini “duyulabilir bir parmak izi” olarak tanımlıyor ve bu, hareketli görüntülerden performansa, duvar bazlı eserlerden el yapımı nesnelere kadar tüm çalışmalarının temelini oluşturuyor. Eserleri, kişisel ve yapısal anlatıları bir araya getirerek, tarihi fısıltıları yeniden canlandırıyor ve “feminist kesişimsel epistemoloji” (bilgi teorisi) oluşturuyor.
Malzemeler ve Hikayeler Arasındaki Bağlantılar
Sergide yer alan eserler, farklı malzemelerin ve hikayelerin birbirine nasıl bağlandığını gösteriyor. Babasının ölümünden sonra bulduğu, 1960’lardan kalma alçı kalıplardan dökülmüş hayvan figürlerinden oluşan bir grup seramik, miras alınan hafızayı, kırılganlığı ve şiddeti araştırıyor. “Buckets of Lead” (2025) adlı duvara asılı paslanmaz çelik harfler ise, şiddeti sürdüren siyasi ve ideolojik mitlerle yüzleşiyor.
Cammock, yakın zamanda Dundee Contemporary Arts Print Studio’da gerçekleştirdiği rezidans sırasında, İskoç jüt fabrikası işçisi, aktivist ve söz yazarı Mary Brooksbank’ten esinlenerek bir dizi eser üretti. Brooksbank’in “Cesaret” şiirini büyük bir kontrplak panele işlemesi, işçi sınıfı kadınlarının seslerine, politik direnişe ve şiir ile protesto arasındaki ilişkiye dair bir yansıma sunuyor. Bu eserler, “If I Run My Palm Along the Twine” (2024) adlı, emeğe ve endüstriye derinden bağlı bir malzeme olan jüt üzerine yapılan bir serigrafi baskıyla diyalog kuruyor.
“The Lay Shaft Drive Is Down” (2023) adlı kısa filminde ise, Londra’daki 18. yüzyıldan kalma bir cin damıtma fabrikasının sanayi ve kolonyal miraslarını ele alıyor. Sanatçının kendi yazdığı ve söylediği bir “iş şarkısı”nın sürekli tekrarlandığı filmde, çocuk işçiliği ve üretkenliğin duygusal etkileri gibi temalar işleniyor.
Helen Cammock’un bu sergisi, kişisel anılardan evrensel konulara uzanan, çok katmanlı ve düşündürücü bir deneyim sunarak, sanatın hafızayı, direnişi ve kimliği nasıl güçlü bir şekilde ifade edebileceğini gösteriyor.