Arnaud Desplechin’in Filmlovers! filmi, sinemayı sadece bir sanat dalı değil, aynı zamanda bir hafıza mekânı ve yaşam biçimi olarak ele alıyor. Yönetmenin alter egosu Paul Dédalus’un çocukluktan yetişkinliğe uzanan serüveninde, kişisel anılarla sinema tarihinden fragmanlar, kurmaca ile deneme tarzı bir arada akıyor. Ortaya çıkan şey, sinemayla kurduğumuz bireysel ve kolektif bağların görsel bir günlüğü. İlk kez beyazperdeyle tanışmanın büyüsünden, karanlık salonda kurulan hayali dostluklara kadar her an, seyirciliğin aslında kim olduğumuzu şekillendiren bir deneyim olduğunun altını çiziyor.
Desplechin, bu filmde yalnızca kendi yaşamına değil, hepimizin sinema salonlarında yaşadığı ortak duygulara dokunuyor. Bir çocuğun büyükannesinin elinden tutarak girdiği ilk gösterim, unutulmaz bir film repliğiyle zihnimize kazınan anlar ya da gençlik yıllarında sinemayla keşfettiğimiz kimlik soruları… Tüm bu parçalar, yönetmenin sinemayı bir tür kutsal alan gibi görmesine hizmet ediyor. Montajın ritmi, üst üste binen görüntüler, sesin kimi zaman taşkın bir şiir gibi akışı; filmi hem kişisel hem de evrensel kılıyor.
Bu yapıtı özel kılan şey, yalnızca bir “cinephile manifestosu” olması değil, aynı zamanda izleyiciyi geçmişine dönmeye ve kendi sinema hafızasını yoklamaya davet etmesi. Seyircilerden kimisi filmi boğucu derecede yoğun bulsa da çoğu, içtenliği ve samimiyeti nedeniyle derinden etkileniyor. Eleştirmenler, Desplechin’in bu filmiyle adeta “sinemaya veda mektubu” yazdığını söylüyor ama aslında ortaya çıkan şey, sinemayla bağımızın hiçbir zaman kopmayacağını kanıtlayan bir sevgi ilanı.
Bugün streaming platformlarının gölgesinde, salonların önemini hatırlatan böylesi bir iş, yalnızca nostaljiye değil; ortak bir hayalin hâlâ mümkün olduğuna inanca da dayanıyor. Filmlovers! bu açıdan sadece sinema tutkunlarının değil, beyazperdede kendini arayan herkesin izlemeye değer bulacağı, derinlikli ve büyüleyici bir film.