Londra, yine ruhumuzu besleyecek, zihnimizi zorlayacak ve sanatla iç içe bir yolculuğa çıkaracak bir sergiye ev sahipliği yapmıştı. Kuzey Londra’daki Estorick Koleksiyonu – şehrin 20. yüzyıl İtalyan sanatına adanmış tek kamu müzesi – “Breaking Lines” sergisiyle bizi şiirin alışılagelmiş sınırlarının ötesine taşıdı. 15 Ocak – 11 Mayıs 2025 tarihleri arasında gezme şansı bulduğumuz bu sergi, şiirin yazılış, düşünüş ve algılanış biçimindeki köklü değişimlerin, özellikle de Fütürizm akımının ve deneysel şiirin o sarsıcı evrimini gözler önüne serdi. Müzenin titizlikle hazırladığı bu seçki, gerçekten de dilin sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda yaşayan, nefes alan bir malzeme olduğunu bize bir kez daha hatırlattı.
Şiir nedir? Genellikle bir sayfada belirli şekiller oluşturur. Bu şekiller binlerce yıldır düzenlenir, belirli bir form içinde, çoğunlukla küçük bölümler veya strofalar halinde bir araya getirilir. 17. yüzyıldan itibaren İngiltere’de yazılan birçok şiir, on heceden oluşan iambik pentameter ile tanımlanmıştı. Ancak 19. ve 20. yüzyıllar, şiir anlayışında ve yaratılış biçiminde devrimsel değişikliklere tanıklık etti. Geleneksel kurallar, modern hayatın baskıları altında esnetilmeye başlandı, yeni ufuklar açıldı. Baudelaire, kusursuz bir düzyazı şiiri olan “Poème en prose”u yazdı. Amerikalı şair William Carlos Williams, bir dize uzunluğunun tek bir nefese dayanabileceğinden bahsetti. Ve işte tam bu noktada, şiiri adeta yerinden oynatıp çığlık gibi bir ifadeye dönüştüren Fütürizm akımının kurucusu Filippo Tommaso Marinetti devreye girdi.

Marinetti’nin tutkulu arzusu, çağın dinamizmini, hızını ve mekanizasyonunu teşvik etmek, geçmişin kalıntılarını geride bırakmaktı. Birinci Dünya Savaşı, bu devrimde önemli bir rol oynayarak yeni bir şiir anlayışını besledi. Marinetti, şiiri geleneksel kısıtlamalardan kurtarma, kuralları aşmak ve hissiyatın özünü yakalamak için yenilikçi bir yaklaşım benimsedi. Sergide yer alan Corrado Govoni’nin “Self Portre”si (1915) gibi eserler, o dönemin ruhunu adeta resmediyordu.
Marinetti’nin “Zang Tumb Tumb” (1914) gibi deneysel eserleri, bu dönemin ruhunu en saf haliyle yakalıyordu. Bu kelimeleri bir cümle gibi sıralamak istesek de, onların gerçek değeri, galerideki duvarlarda nasıl etkileşimde bulunduklarındaydı. Gördük ki yazılar düz bir çizgide ilerlemiyor; birbirine dolanıyor, kıvrılıyor ve bükülüyor. Hepsi birbiriyle dans eder gibi yer değiştiriyordu. Sesler, kelimeler kadar önemli hale geliyordu; tüm eylem, bir tür onomatopoeia başkaldırısıydı. Sonuç olarak, ortaya çıkan görüntü; tutkulu bir kelime ve ses görseliydi; sanki şiir, duvarlardan fısıldayarak, sokaklarda yankılanıyor, hayatı seven bir koşuşturmacada kendini gösteriyordu.
“Breaking Lines”sergisi, F.T. Marinetti‘nin yanı sıra Fortunato Depero, Carlo Carrà, Corrado Govoni, Ronald Johnson, Mary Ellen Solt, Ernst Jandl, Ian Hamilton Finlay gibi birçok önemli sanatçının deneysel şiir alanındaki çalışmalarına yer veriyordu. Savaş sonrası Britanya’daki somut şiir hareketine de odaklanan sergi, dilin sadece anlama değil, görsel ve işitsel bir deneyime nasıl dönüştüğünü çarpıcı biçimde gösterdi. Her köşede, dilin bildiğimiz sınırlarının nasıl zorlandığına, kelimelerin şekillere, seslerin bir ritme dönüştüğüne şahit olduk. Bu, sadece bir sanat sergisi değil, şiirin tarih boyunca geçirdiği o sarsıcı ve muhteşem dönüşüme yapılan unutulmaz bir yolculuktu. Keşke hala devam etseydi de tekrar tekrar gezebilseydik!

Aklında bir şey mi var?
Yorumları göster / Yorum bırak