
Berlin’in kış donduruculuğu Leipziger Straße’nin geniş kaldırımlarında yankılanırken, Julia Stoschek Vakfı’nın (JSF) kapısından içeri adım attığınızda sizi karşılayan şey sadece bir sergi değil; zamanın, mekanın ve hatıraların birer hayalet gibi üzerinize çöktüğü tekinsiz bir “ara bölge.” Apartman No: 26’nın bu haftaki Berlin rotasında, Mark Leckey’nin son on yılının en kapsamlı dökümü olan “Entry through medieval wounds” sergisinin izini sürüyoruz.

Sergiye girdiğiniz an, duyularınızın saldırıya uğradığını hissediyorsunuz. Mekânı kaplayan yoğun ve tanımsız bir koku, sarı sodyum sokak lambalarının o hastalıklı parıltısı ve arka planda adeta bir rüyanın içinden sızan, bozulmuş (distorted) Orta Çağ melodileri… Leckey, bizi sadece bir video art sergisine değil, kendi ergenliğinden kalma hortlakların —tahrip edilmiş haritaların, terk edilmiş otobüs duraklarının ve otoyol alt geçitlerinin— mesken tuttuğu bir hafıza sarayına davet ediyor.
Serginin açılış odasında, “VOID” (BOŞLUK) yazan arcade tarzı bir tabelanın neon ışıkları yanıp sönerken, hemen yanında karantina altındaki Londra’nın ıssız sokaklarını tarayan “Empty London 2020” videosu dönüyor. Burada “boşluk” sadece bir tema değil, 50’den fazla eserin her birine sinmiş, görülmekten ziyade ensenizde hissettiğiniz bir ürperti.

JSF’nin derinliklerine, bodrum katına indiğinizde serginin tekinsizliği (uncanny) doruk noktasına ulaşıyor. Gregorian bir ilahinin kazoo ile çalındığını hayal edin; rahatsız edici ama bir o kadar da çocuksu bir ses… Başınızın üzerindeki borular, kapüşonlu gençlerin telefon fenerleriyle karanlığı yardığı anlar ve parlak siyah yağlı zeminler, izleyiciye “burada olmamalıydım” hissini veriyor.
Bu karanlık deponun ortasında devasa bir heykel gibi yükselen “Nobodaddy”, aslında dev bir hoparlör sistemi. Leckey’nin bozulmuş sesinden dökülen “Bir imge saldırıya uğradığında kanar” cümlesi, Bizans ikonografisine bir selam gönderiyor. Sanatçıya göre imgeler, tıpkı Orta Çağ inanışındaki gibi, kutsal olana veya geçmişin hayaletlerine açılan birer “yara” veya “kapı.”

Serginin doruk noktası ise şüphesiz, 70’lerden 90’lara İngiliz rave kültürünü bir ayin gibi belgeleyen “Fiorucci Made Me Hardcore”. Dev hoparlörlerin yarattığı fiziksel titreşimle sarsılırken, ekranda dans eden genç bedenlerin görüntüleri; analog teknolojinin yarattığı aksaklıklarla birleşerek adeta “Frankenstein’ın canavarı” gibi yeniden hayata döndürülüyor.
Özellikle “Fiorucci’nin Hayaletli Versiyonu: 20 Yıl Sonra” adlı eserde, bu görüntüler o kadar soluk ve silik ki; zamanın bu “hayaletler” üzerinde bıraktığı tahribatı bizzat görüyorsunuz. Leckey için internet ve arşivler, sadece veri deposu değil, kovulmayı bekleyen kişisel ve kolektif birer anılar mezarlığı.
Konum: Julia Stoschek Foundation, Leipziger Straße 60, Berlin.
Tarih: 3 Mayıs 2026’ya kadar devam ediyor.
Deneyim: Bu sergi için yaklaşık 90 dakikanızı ayırmanızı ve özellikle bodrum katındaki ses yerleştirmelerinin fiziksel etkisini hissetmek için kendinize zaman tanımanızı öneririz.
Önemli: Sergi, analog ve dijital dünya arasındaki o aralıkta gezinen, hem melankolik hem de teknolojik bir ayin niteliğinde.
Berlin’in en uzun gecelerinden birinde, sodyum lambalarının altında bu sergiyi gezmek; hatırladığımızı sandığımız şeylerin aslında sadece birer yansıma olduğunu fark etmek için mükemmel bir zaman. Sergiden çıktıktan sonra Camden Bankı’nın sertliğinden sonra şehrin soğuk betonuna bastığınızda, hayaletlerin sizinle birlikte dışarı çıkıp çıkmadığını merak edeceksiniz.






