Balat’ın dar sokaklarında dolaşırken duyulan o tanıdık his vardır: Hem geçmişin ağırlığı omzunuza dokunur, hem de bugünün kıpırtısı sanki duvarların arasından sızar. İBB’nin restore ettiği Fener Evleri de tam olarak bu hissin mekânsal karşılığı. Bir zamanlar metruk, sonra yeniden nefes alan bu yapılar bugün üç ayrı sergiyi aynı hikâye içinde buluşturuyor: Tansu Kırcı’nın “Taşın Belleği”, Özge Kahraman’ın “Karanlığın Hafızası” ve Mine Kemertaş’ın “Boş Ev”.
Üç sergi, üç ayrı mekân, üç farklı bakış; ama hepsi aynı sorunun etrafında dolaşıyor:
“Bir yer, hafızasını kime emanet eder?”
Haliç kıyısında yan yana duran bu üç yapı, sanki İstanbul’un katmanlarını tek tek açan bir anlatı dizisine dönüşüyor.
Taşın konuşabildiğini varsayalım. Tansu Kırcı, o sesi duyanlardan.
Haliç Sanat 1’de karşımıza çıkan “Taşın Belleği”, malzemeye dokunan herkesin aşina olduğu bir sertlikle değil, beklenmedik bir kırılganlıkla başlıyor. Kırcı, taşı bir malzeme değil, bir tanık olarak ele alıyor. Depremle şekillenen çocukluk hafızası, eserlere merdivenler, kapılar, geçişler olarak yansıyor; hepsi biraz yaralı, ama hâlâ ayakta.
Taşın damarlarında dolaşırken aslında İstanbul’un kolektif belleğinde dolaştığımızı fark etmek çok uzun sürmüyor. Osmanlı’nın, Bizans’ın, bugünün ve yarının aynı yüzeyde buluştuğu bir katmanlanma hissi var. Sergi, sessizce şu soruyu bırakıyor izleyiciye:
“Unuttuğumuz taşların ağırlığını hâlâ taşıyabiliyor muyuz?”
Karanlığın içi boş değil. Özge Kahraman orada bir bellek buluyor.
Haliç Sanat 2’ye geçtiğinizde karşınıza çıkan “Karanlığın Hafızası”, bu üçlü serginin en içe dönük, en derinlikli halkası. Kahraman’ın mağaracılık deneyimi, yeraltını hem fiziksel hem de zihinsel bir bölgeye çeviriyor. Çizim, LiDAR taramaları, 3D modelleme, video… Hepsi mağaranın karanlığında değil, zihnin karanlığında yankılanıyor.
Eserlerdeki her nokta, hem bir mineral zerresine hem de insan belleğinin tortusuna dönüşüyor. Mağara metaforu, geçmişin katmanlarıyla bilinçaltının karanlık koridorlarını birbirine bağlıyor.
Bu sergiye girerken ışık gözünüzü alıyor; çıkarken karanlığın kendisi.
Mine Kemertaş’ın “Boş Ev”i hiç de boş değil.
Haliç Sanat 3’e adım attığınızda, Balat’taki bir evi değil, bir insanın içini gezmeye başlıyorsunuz aslında. “Boş Ev”, odaları birer hatıra kabuğuna dönüştürüyor. Kemertaş’ın pratiği, mekânı fiziksel sınırlarından çıkarıp tamamen duygusal bir alana taşıyor.
Yerleştirmeler, fotoğraflar, heykeller… Her biri, evin bir zamanlar doldurduğu boşlukları hatırlatıyor. Ev denen şeyin duvarlardan ibaret olmadığını; korkular, sığınmalar, yarım kalmışlıklar ve aidiyet arayışlarıyla dolu olduğunu hatırlıyorsunuz.
“Boş Ev” aslında şu anlama geliyor:
Bazı odalar boş görünür, ama hiçbiri sessiz değildir.
Haliç Sanat: Üç duraklık bir bellek yürüyüşü
Bu üç sergi, farklı disiplinlerden geliyor ama aynı duyguda buluşuyor: Bir yerin, bir bedenin, bir toplumun hafızası nasıl şekillenir?
Bazen taştan, bazen karanlıktan, bazen bir evin boş odalarından…
Fener Evleri’nin restore edilip kültür-sanat mekânlarına dönüşmesi de bu anlatıyı tamamlıyor. Çünkü mekânın kendisi de bir hafıza taşıyıcısı artık. Balat sokaklarında dolaşırken, sergiler birbirine görünmez iplerle bağlıymış gibi hissediliyor.
Ziyaret Bilgisi
Haliç Sanat 1 – Taşın Belleği (Tansu Kırcı)
Haliç Sanat 2 – Karanlığın Hafızası (Özge Kahraman)
Haliç Sanat 3 – Boş Ev (Mine Kemertaş)
13 Kasım 2025 – 15 Şubat 2026
Her gün 10.00 – 17.00 (Pazartesi hariç)
Ücretsiz giriş
Apartman No:26 Notu:
Bu üç sergiyi ardışık bir rota hâline getirip gezmek, Balat’ın tarihsel dokusuyla çağdaş sanat pratiklerini aynı gün içinde deneyimlemek için benzersiz bir fırsat. Rotayı sabah ışığında başlatmanızı, kahve molasını Balat’ın ara sokaklarında vermenizi, ardından Haliç kıyısında yürüyerek sergilerin bıraktığı duyguyu sindirmenizi öneririz. Bu üçlü, İstanbul’un hafızasıyla kendi hafızamız arasındaki bağı hatırlatan nadir buluşmalardan biri.












