Bazen en tanıdık yerler, en rahatsız edici kabuslara dönüşebilir. Yönetmen Alberto Gracia’nın imzasını taşıyan İspanyol filmi “The Rim” (Sınır), bizi tam da böyle bir yolculuğa çıkarıyor. Bu film, protagonist Damián’ın babasının ölümünden sonra doğup büyüdüğü Ferrol şehrine geri dönmesiyle başlayan, paranoya ve kimlik krizinin iç içe geçtiği gerçeküstü bir macerayı anlatıyor.
Bir zamanlar canlı bir liman kenti olan Ferrol, şimdi harap ve ıssızdır, tıpkı Damián’ın solmuş ruhu gibi. Başkasıyla karıştırılma ve adının başka bir adamın kaderine bağlı olduğu fısıltılarıyla boğuşan Damián, kendini paralel bir anlatının içinde bulur; öyle bir anlatı ki, gerçeklik bile çarpıtılırken kaçmak imkansızdır. Film, ürkütücü estetiği ve absürt alt akımlarıyla, hem tuhaf bir şekilde tanıdık hem de derinden rahatsız edici bir dünyayı yakalıyor. Paranoya, kimlik krizi ve toplumsal çürümenin bir yama işi olan bu yönlendirici yolculuk, Gracia’dan cesur, halüsinasyonvari bir ifadeyi işaret ediyor.
Unutulmuş Bir Hikaye: Kimlik Miti ve Yerellik
“The Rim”, basit bir eve dönüş hikayesi olarak başlar, ancak Damián’ın geçmişiyle ve kimlik algısıyla yüzleşmesini sağlayan gerçeküstü bir psikolojik labirente dönüşür. Film, sıçramalı korkutmalara dayanmak yerine, yavaş ve kasıtlı bir tempo ile izleyiciyi Damián’ın bilinçaltına çekerek, anıların ve kimliğin bulanıklaştığı bir dünya yaratıyor. Bu duygusal gerilim, ustaca yapılmış ve derinden rahatsız edici.
Damián, var olup olmadığı bile belirsiz olan Cosme adında bir tur rehberiyle karıştırılır. Bu rahatsız edici taklit, toplulukların bireylere nasıl anlatılar dayattığına dair sorular ortaya atıyor. Damián’ın kişisel tarihinin, kolektif hafızanın üzerine katmanlandığında ne kadar kırılgan olabileceğini gösteriyor. Yönetmen Gracia, memleketi Ferrol’u, harap, neredeyse teatral bir kasvet içinde, tarihe ve cevapsız kedere batmış hayaletimsi bir karaktere dönüştürüyor. Şehrin çürümesi, Damián’ın içsel dağılmasına paraleldir ve mekan ile kişi arasında, film bittikten çok sonra bile devam eden simbiyotik bir gerilim yaratır.
Yönetmenin Vizyonu: Tanıdık Olanla Dehşet Yaratmak
Gracia’nın sürrealist tarzı, sıradan ile tuhaf arasındaki çizgiyi aşındırıyor. Amacı cevap vermek değil, rahatsız etmek; anlatının uyanık bir rüya gibi hissettirmesine izin veriyor. Film, kimlik, algı ve insan bağlantısı hakkında derin felsefi soruları keşfediyor. Bir adamın kutusunun içinde yaşama konsepti, doğası gereği hem garip hem de büyüleyici.
“The Rim”, 2025 Rotterdam Film Festivali’nde (IFFR) Kaplan Yarışması’nda prömiyerini yaptı ve kadrodaki en cesur yapımlardan biri olarak dikkatleri üzerine çekti. Film, eleştirmenler tarafından karanlık mizahı sürreal dehşetle harmanlama yeteneği nedeniyle övülüyor. David Lynch’in çalışmalarına benzetilen film, sıradan mekanları paranoya ve belirsizlik yerlerine dönüştürüyor. Bazı eleştirmenler belirsizliği zorlayıcı bulsa da, çoğu filmin sanatsal yönünü ve atmosferini takdir ediyor.
“The Rim”, her izleyiciye hitap etmeyebilir, ama sürrealizmi ve belirsizliği benimseyenler için, kimlik, yer ve çürüme üzerine zengin, rahatsız edici bir yolculuk sunuyor. Unutulmuşlar için lirik bir ağıt olan film, çözmekten çok rahatsız ediyor. Kesinlikle izlenmesi gereken bir film!