Luca Guadagnino, insan doğasının karanlık ve muğlak alanlarında gezinmeyi seven bir yönetmen. “Call Me by Your Name” ile arzunun kırılganlığını, “Suspiria” ile inancın ve bedensel dönüşümün korkusunu anlatmıştı. Şimdi ise “After the Hunt” ile bizi ahlak, suç ve algı arasındaki sisli bir alana davet ediyor. Amazon MGM Studios yapımı film, izleyiciyi tatmin etmekten çok, onu rahatsız etmeyi ve düşünmeye zorlamayı hedefliyor. Film, izledikçe huzursuzlaştıran bir deneyim sunuyor; yanıt vermiyor, sadece sorular açıyor. Tıpkı Guadagnino’nun sinemasının doğası gibi: güzelliğin içinde bir huzursuzluk, sessizliğin içinde yankılanan bir suçlama var.
Hikâye: Suç, Sessizlik ve Gerçeğin Gölgeleri
Yale Üniversitesi’nde geçen film, iki felsefe profesörü — Alma (Julia Roberts) ve Hank (Andrew Garfield) — etrafında şekilleniyor. Akademik hiyerarşinin, entelektüel egoların ve kişisel sınırların iç içe geçtiği bir dünyada, bir gece yaşanan olay her şeyi değiştiriyor. Alma’nın öğrencisi Maggie (Ayo Edebiri), Hank’in kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu iddia ediyor. O andan itibaren hikâye, bir soruşturmanın değil; belirsizliğin, algının ve vicdanın anlatısına dönüşüyor.
Guadagnino bu konuyu doğrudan bir “cancel culture” draması olarak sunmuyor. Aksine, filmi sürekli gri tonlarda tutarak seyircinin yargı refleksini sorguluyor. Kimin haklı, kimin yanlış olduğunu söylemeden; “hakikat”in kendisinin nasıl inşa edildiğini tartıştırıyor.
Oyunculuklar ve Yönetmenin Dili
Julia Roberts, kariyerinin belki de en katmanlı performanslarından birini veriyor. Yıllardır taşıdığı “iyi kadın” imajını tersyüz ediyor; Alma karakterinde hem empati hem de kayıtsızlık, hem zarafet hem de yorgunluk var. Ayo Edebiri ise sessiz ama derin bir performansla Maggie’nin iç dünyasını gizemli bir biçimde taşıyor. Andrew Garfield’ın çizdiği Hank portresi ise seyirciyi sürekli ters köşeye düşüren bir sınırda duruyor.
Görüntü yönetmeni Malik Hassan Sayeed, klasik kadrajları ara ara bozan yakın planlarla karakterlerin zihinlerine sızıyor. Guadagnino’nun bu filmdeki dili, “Challengers”taki dinamizmin tersine, yavaş yanan bir gerilim ve görsel sadelik üzerine kurulu. Her sahne bir tür sessiz patlama gibi.
Belirsizliğin Estetiği
“After the Hunt” yalnızca bir akademi draması değil; aynı zamanda belirsizliğin nasıl bir duygusal yük oluşturduğunu anlatan bir deneyim. Yönetmen, seyirciyi yönlendirmek yerine onu karanlıkta bırakmayı tercih ediyor. Filmdeki tüm karakterler, kendi doğrularını savunurken başkalarının gerçekliğini görmezden geliyor. Sonuç: rahatsız edici, ama uzun süre akıldan çıkmayan bir izleme deneyimi.
🎬 Apartman No:26 Notu
Guadagnino, sinemasında insan doğasının karmaşıklığını bir kez daha büyüteç altına alıyor. “After the Hunt” kolay tüketilen bir film değil; sessiz, düşünceli ve keskin bir biçimde rahatsız edici. Belirsizliğin sinemadaki en güçlü biçimlerinden biri.